Agnes’in Başına Kötü Bir Şey Gelmiştir, Fakat Hayat Devam Etmektedir.
Eva Victor’un yönetmenliğini ve başrolünü üstlendiği “Üzgünüm, Bebeğim” yukarıdaki cümle kader sade, anlayışlı ve net bir şekilde kendini anlatıyor. Filmde, cümlede verildiği gibi iki ana durum gelişiyor: ilki Agnes’in (Eva Victor) başına kötü bir şey gelmesi. İkincisi ise hayatın devam etmesi. “Üzgünüm, Bebeğim” ise işte tam da cümledeki “Fakat” bağlacının içinde gizleniyor. Bu iki cümle birbirine bağlanıyor ve film bize Agnes’in yaşadığı sarsıcı olayın ardından devam eden hayata nasıl ayak uydurduğunu yalın bir dille anlatıyor.

Prömiyerini 2025 Sundance Film Festivali‘nde yaptıktan sonra Cannes Film Festivali‘nde Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünün kapanış filmi olarak gösterilen “Üzgünüm, Bebeğim”, beş yıllık bir zaman dilimini düz olmayan bir anlatıyla sunuyor. İlk bölümde New England kırsalında (film, Massachusetts’in Ipswich kentinde çekilmiş), bir üniversitede öğretim görevlisi olarak hayatını sürdüren Agnes’in, yüksek lisanstan en yakın arkadaşı Lydie’nin (Naomi Ackie) New York’tan kendisini ziyarete gelmesiyle başlıyor. İlk bölümde iki arkadaşının konuşmalarının ritmi genellikle neşe olsa da geçmişe dönük onaylar, sorularla birlikte Agnes tarafından bir hüznün, zaman zaman devam ettiğinin sinyalleri veriliyor.
Lydie, New England’dan taşınmış, romantik bir ilişkiye başlamış ve ilk bölümde öğrendiğimiz üzere bir bebek bekliyordur. İkilinin konuşmalarından Lydie’nin Agnes’i New England’dan taşınmak için teşvik etmesi, New England’da bir şeylerin zamanında Agnes için pek de iyi gitmediğinin ima yoluyla dile getirmesinden anlaşılıyor. Düz olmayan anlatımda Agnes’in yaşamının farklı parçaları arasında gidip gelirken, onun taşıdığı ve Lydie’nin de bildiği bu “kötü” olay çok da beklemeden açığa çıkıyor. Filmin ortalarına gelmeden, yüksek lisans zamanında kendisinin de hayranlık duyduğu hocası Preston Decker tarafından cinsel saldırıya uğradığını anlıyoruz.
“Üzgünüm, Bebeğim”, Travmayı Didik Didik İnceleyen Değil; Bir “Sonra” Filmi
“Üzgünüm, Bebeğim”, bir olayı aktarma, gösterme niyetinden ziyade bir “sonra” filmi. Victor, bize ince ince bu saldırıyı anlatmıyor. Aksine bunu kameradan uzakta yaparak sadece olayın yaşandığı anı, evin dış cephesinden gökyüzünün kararmasıyla anlatıyor. Yalnızca Agnes’in uzaktan evden canhıraş çıkışını ve afallayışını görüyoruz. Bir şey olduğunun farkındayız. Fakat bu “şeyi”, Agnes’in eve geldiğinde yavaş yavaş şekil değiştiren şok hâlinden anlıyoruz. Filmde saldırı sahnesi defalarca işlenmiyor, konu tekrar tekrar buraya çekilmiyor. En başındaki cümledeki gibi kötü bir şey oluyor ve Agnes yaşamaya devam ediyor. Devam ettiğini de film boyunca görüyoruz.
Agnes, olayı Lydie anlattıktan sonra doktora gidiyor (filmdeki en gerçekçi ve üzücü bir şekilde evrensel olduğunu düşündüren sahne buydu). Doktorun anlamsız soruları ardından yaşanan garip karmaşıklıklar, mütemadiyen bir öfke ve çekişmeyle olmadığı gibi süregelen bir neşe ve coşkuyla da verilmiyor. Victor’un filmi, travma üzerine kurgulamadığı çok aşikar. “İyileşme” yazılmış belirli yerlerde fakat buna hayata devam etme demek daha doğru olur, çünkü iyileşme düzlemsel olarak ileriye gitmektir. Agnes’in hikâyesinde böyle bir iddia yok, belki de filmi inandırıcı kılan kısmı da bu. Filmde, büyük vaatler, abartılı ifadeler yerine çok şey söylemeden dirayet gösterebilme ve hissedilen tüm duyguları insana ait bir yerden küçük dokunuşlarla aktarabilme var.
Hikâyenin anlatım biçimini direkt olmasa da Phoebe Waller-Bridge’in “Fleabag“ine ve Noah Baumbach ve Greta Gerwig’in “Frances Ha“sına benzetmek mümkün. Yaşanılan durumları olabildiğince yalın ve kimi zaman nükteli şekilde vermesiyle “Üzgünüm, Bebeğim”, belli belirsiz bu iki filme göz kırpıyor.
Gerçeği Anlatmanın Kaç Veçhesi Var?

Yaşanan olayı izleyiciye direkt vermekten kaçınan filmde, belki de en akılda kalıcı yerlerden biri Agnes’in derste Vladamir Nabokov’un Lolita’sı üzerine öğrencileriyle konuştuğu sahnedir. Lolita, bir profesörün ergenlik çağındaki kızlara karşı cinsel arzusunu konu alır. Kitabın içeriğine dair direkt olarak izleyiciye bir aktarım yapılmaz, fakat Lydie’nin Agnes’in evinde bulduğu bu kitaba hızlıca göz attığında “İğrenç” olarak ifade etmesi ve öğrencilerin derste bu kitabı rahatsız edici bulması hikâyeye dair ipuçlarını verir. Derste öğrencilerden birkaçının neden bu kitabı okuduklarını sorguladıklarını ve rahatsız olduklarını görürüz. Tam da burada Agnes’in tepkisi aslında izleyici olarak onun hikâyesine dair düşündüklerimize karşı bir cevap niteliğindedir. Öğrencilerine, hissettiklerini anladıklarını fakat kitap hakkında ne düşündüklerini sorar.
Lolita’dan yola çıkarak film içerisine yedirilen bu soru aslında hepimize yöneltmiş gibidir: yaşanan bir olaydan ziyade belki de bizi insan yapan ne hissettiğimiz ve nasıl tepki verdiğimiz. Victor, bir “gerçekliği” anlatmanın binbir farklı veçhesi olduğunun farkında ve filmde bir ikna etme endişesi yok, tam tersine olabildiğince yaşanan olayı kapalı bir şekilde anlatıyor. Çünkü odak noktası, birçok travmaya dair yazılmış ve çekilmişlerin aksine hayatta kalanın devam edebilmesi üzerine. Film, kötü bir olayın kendisini deşmek yerine ardından devam edebilmenin ne denli duyguları beraberinde getirdiğini ince ince işliyor.
Filmin son sahnesi ise hem adına gönderme yaparken hem de bir nevi hikâyenin Agnes’in gözünde nasıl sonuçlandığını da aktarıyor. “Üzgünüm, Bebeğim” Agnes’in Lydie’nin yeni doğmuş bebeğine söylediği bir cümle. Agnes’in hayata çok gerçek bir yerden yaklaştığını, Lydie’nin bebeğine “Seni her şeyden korumak istesem de bu olmayacak, üzüleceksin” cümlelerinden anlıyoruz.
Engellenemez veya ön görülemez kötü şeyler başa gelebilir, fakat hayat devam ediyor ve Agnes hep burada olacak.
