KURAK GÜNLER

TÜRKİYE’YE GELEN KİMSE TEMİZ KALAMAZ!!

Büyük yazar Lev Tolstoy; “her muhteşem hikaye iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir” der.

Emin Alper’in Kurak Günler’i de tam olarak böyle başlıyor aslında. Genç savcı Emre “Yanıklar” ismindeki Anadolu kasabasına geliyor ve karşılaştığı şey artık orada bir kültüre, bir geleneğe dönüşmüş olan domuz avı. Arabasıyla kasabada ilerlerken gittiği yola sinmiş olan kan kasabadaki yani bir bakıma Türkiye’deki yerleşmiş ve kültür haline gelmiş olan katliamlara, adaletsizliklere, ülkenin geçmişinden günümüze kanla, çatışmayla yürütülen iktidarlara atıf yapılıyor.

Savcı Emre ilk olarak kasabada birden bire oluşmaya başlayan büyük ve derinlikli obruklarla ilgili çalışmaya başlıyor ve burada görüyor ki kasabanın mevcut belediyesi ve yaklaşan seçimlerde adaylığı bulunan mevcut belediye başkanının rant için yaptığı, yaptırdığı çalışmalara ulaşıyor. Kasabada her şey rant üzerine, seçim öncesi göz boyamak için kurulmuş, düzen de tam olarak öyle işliyor. Onlara karşı gelirsen de “hiç tepki vermeyen önceki savcılar” gibi kirleniyorsun veya kaçmak zorunda kalıyorsun. Savcı Emre belediye başkanının evinde duvarda asılı ‘av’ fotoğraflarına bakarken aynaya da kendi yansıması yansıyor ve aslında sıradaki avın kendisi olduğunu görüyoruz.

Buradan sonra ‘yandaş medya’nın da da desteğiyle sözüm ona ahlaksız görülen haberler yapılıyor, fotoğraflar paylaşılıyor. İlk baştan beri savcının temiz olduğunu görüp yanında duran Murat da bunlardan nasibini alıyor elbette ancak bunlar olurken onunla alakalı da oldukça muğlak bir geçmiş var. Savcı Emre’nin de geçmişi, ailesi son derece muğlak ve sonuçsuz bırakılıyor. Sonunda “her şeyin çabucak yayıldığı ve böyle şeylerin hor görülmediği” Yanıklar kasabasının halkını tamamen karşılarına aldıklarında Emre ve Murat son sürat kaçıyorlar. Köylüler bir yerden sonra onları kaybediyor, ararlarken bakıyorlar ki yeni belirmiş bir obruğun karşısındalar. Bembeyaz gömlek ve tişörtleri var üzerlerinde. Ancak onlar ne kadar temizler, Yanıklar halkıyla bizim aramızda ne kadar obruklar var….. Bilemiyoruz.

Filmde özellikle Selahattin Paşalı’nın performansı takdire şayan, çok kuvvetli oynuyor. Kendisine muhteşem oyunculuklarıyla Erol Babaoğlu & Erdem Şenocak ikilisi eşlik ediyor. Ekin Koç ise Okul Tıraşı’ndaki göz alıcı oyunculuğuna göre hayli zayıf ve pasif kalıyor. Bu canlandırdığı karakter sebebiyle de olabilir elbette. Onun dışında sinematografi, kamera hareketleri, ışıklar ve gölgeler resmen kusursuz denilebilecek kadar iyi ve özenilmiş. Türkiye Sineması’nda son dönemde teknik açıdan bu kadar olmuş bir film seyretmemiştim. Ancak senaryoda bizzat Emin Alper tercihi olduğunu düşündüğüm seçimler var. Bunlar elbette çok cesur ve anlamlı ancak beni maalesef içine bir türlü alamadı. Final ve savcının ‘temizliği’ ile ilgili açık bırakılan muğlaklık oldukça göze batıyor. Burada sebep olarak Yanıklar’ın küçük bir Türkiye olduğu gerçeği elbette yerinde bulunacak bir sebep ancak finali daha farklı ve oturmuş olabilir diye düşünüyorum.

Sonuç olarak Kurak Günler AKP sonrası Türkiye’de derslerde okutulması ve izletilmesi gereken ders niteliğinde bir film, yönetmenin de ustalık eseri olduğu söylenebilir ancak bir başyapıt değil. Ama çok cesur, sonuna kadar politik, vurucu ve keskin. Bu film için en büyük teşekkür ise Emin Alper’e. İyi seyirler, iyi okumalar dilerim.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir