Hiç Var Olmamış Bir Kadın: Baqyt
12. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali kapsamında seyircisiyle buluşan Kazakistan yapımı Baqyt, (Happiness) üzerine çok fazla konuşulması gereken filmlerden biri oldu benim için. Geleneksel bir yapının üzerinde şekillenen filmde, şiddet gören fakat mutluluğu arayan bir kadın olayların merkezinde… Filmin konusuna, mutlulukla uzaktan yakından ilgisi olmayan, kocası tarafından tecavüze ve şiddete maruz kalan bir kadının mutluluğu arayış hikayesi diyebiliriz. Fakat mutluluk nedir? İyi hissetmek mi yoksa mutlu olduğuna inanmak mı?
Mutluluk ve şiddet gören kadın olmak üzerine sorular sormaktan çekinmeyen Baqyt, kadınların hiç var olmadığı bir ülkenin acınası portresini çiziyor. Bu portrede kadının yüzü silik…
Baqyt, hamile kaldığı için zorbanın biriyle evlenmek zorunda kalan genç bir kızın mutsuz ve sıkışmış ruh halini göstererek başlıyor. Bu kız sürekli dayak yiyen, ezilen annesinden nefret ediyor. Aralarındaki ilişki o kadar enteresan ki herhangi bir zemine oturmuyor. Bunu filmin eksilerinden biri olarak yorumlamak lazım. Filmin başında balık koktuğu için annesini odadan çıkaran genç kızın bu tepkileri havada kalıyor. Filmin başında kızının, annesinden nefretinin nedeninin, şiddet gösteren babasına baş kaldırmadığı için olduğunu düşündüm. Fakat ilerleyen süreçte öyle bir çatışma da yoktu. Anne kız arasındaki gerçekçi olmayan ve herhangi bir zemine oturmayan uzaklık, hikayedeki belli noktaların zayıf kalmasına sebep olmuş.
Film boyunca geleneksel yapının hakim olduğu bir ülke görüyoruz. Kazakistan’ın temelinin örf, adet ve geleneksel birtakım kavramlarla donanmış olduğu aşikar. Düğüne verilen kıymet, bu düşünceyi tasdikler nitelikte. Filmde erkeğin kadına gösterdiği şiddet değil, kadının kadına uyguladığı şiddet var! En büyük zararı kadınlar veriyor kadınlara! Onlar izin verdiği için şiddet devam ediyor. Kadının bu hikayedeki varoluş savaşını, cehennemde bir süre yandıktan sonra cennete gitme hikayesine benzetiyorum. Döven, şiddet gösteren, aşağılayan erkek, kendisinden yaşça büyük ablasından çok korkuyor. Abla da kendi annesinden. Sanki onlar da zamanında çok ezilmiş, dayak yemiş ve artık cenneti hak etmiş gibiler bu yüzden saygı görüyorlar. Bu yüzden başrol karakter, kadınlığını yitirdikten sonra saygı görüyor ve torunun adını koyabiliyor! Hem de hiç inanmadığı bir ad koyuyor torununa: ‘’Mutluluk!’’
Filmin temposunun yükseldiği finale doğru kadın, intihar etmek için buzun üzerinde yürüyüp kendini öldürmeyi başaramayınca kocasını öldürme girişiminde bulunuyor. Bunu da beceremeyince öldürülmek için adım atıyor aslında. Kocasının damarına basarak ona iktidarsız diyor. Öldürülmek isterken ölen kadınlığı oluyor. Yalnızca kadınlığı yok ediliyor. Çünkü vajinasına çekiç sokulan bir kadın sadece kadınlığını kaybeder. Bir kadın ölüyor o sırada. Bedenen canlı olması onun hayatta olduğu anlamına gelmiyor. Bu metaforu çok sevdim.
Metafor demişken filmde aynalar, mumlar ve elektrik kesintisi de kullanılan başka derin mesajlardan bazıları. Kadın ne zaman şiddet görüp aynanın karşısına geçse elektrik kesiliyor. Mumla aydınlanmış banyoda kendi yüzüne bakmak toplumun onun yaralarını görmediğini ifade ediyor. Filmin henüz senaryo aşamasındayken daha farklı bir sonla bittiğini zannediyorum. Çünkü son kırk dakika boyunca birkaç tane son olabilecek bitiş vardı. Benim için film, kadının çekici alıp arabaya bindiği anda bitti. Keşke gerçekte de böyle olsaydı. Teknik ve hikaye olarak özenilmiş bir film olduğunu düşünüyorum. Her türlü eksiğine rağmen izlenmeli ve üzerine konuşulmalı!