SANAT ESERİNE DUYULAN AŞK VE 50 YILINI DOLDURAN BİR ESER – THE GODFATHER

Al Pacino, Marlon Brando - The Godfather (1972)

Bir film düşünün. O filmi izledikten sonra hayata bakış açınız değişsin. En çok da dünya siyaseti ve bürokrasisine. The Godfather 14 Mart 1972’de vizyona girdiğinde Amerika’da çok şeyi değiştirdi. Bir nevi Eşkıya öncesi Türkiye Sineması’nın Yeşilçam&Erotik Sinema sonrasındaki Fetret Devrini yaşıyordu Hollywood da. Yapımcıların gücü hayal edilemeyecek düzeydeydi ve yönetmenler bağımsız hareket edemiyorlardı. Bunun dışında Cumhuriyetçi Muhafazakar Senatör Joseph McCarthy’nin faşist yaptırımları sinemayı ve sanat dünyasını derinden sarsıyordu. Komünist olan olmayan çok sayıda sanatçı, sinema & tiyatro emekçisi fişleniyor, sürülüyor, hapse atılıyordu.

İşte bu dönemlerde çoğu UCLA (Los Angeles Tiyatro, Sinema ve Televizyon Okulu) mezunu olan Francis Ford Coppola, Martin Scorsese, Steven Spielberg, Brian De Palma ve George Lucas kendi ülkelerinin sinemasını kalkındırmak üzere harekete geçtiler. Özellikle Scorsese, Coppola ve De Palma ciddi ölçüde Fransız Yeni Dalgası ve İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nden de etkilenmiş olan genç yönetmenlerdi ve bunu filmlerinde gözle görünür bir şekilde kullanacaklardı.

Francis Ford Coppola

İtalyan asıllı genç Francis Coppola ise mezun olduktan sonra yapımcı – yönetmen Roger Corman’la tanışmış ve onun filmlerinde asistanlık yapmaya başlamıştı. Bunun dışında erotik filmler de çekmekte olan Coppola’nın önüne 1969’un sonlarında İtalyan yazar Mario Puzo’nun The Godfather (Baba) hikayesi geldi. Bunu onun önüne koyanlar ise Robert Evans, Albert S. Ruddy ve Gray Frederickson’dı. Paramount Pictures’ın bu üç deneyimli yöneticisi The Godfather’ı yönetmesi için 38 yaşındaki Coppola’yı seçmişlerdi ancak elbette şartları da vardı.

Coppola bu teklif karşısında oldukça şaşkındı. Hem daha çok gençti, yazdığı tek ciddi senaryo Oscar da kazandığı Patton’dı. Patton ile Oscar kazanmış olmasına karşın kendini halen bu denli ciddi bir hikaye için tecrübesiz ve genç görmekteydi ancak sonunda işi kabul etti. Marlon Brando, Al Pacino, James Caan, Diane Keaton, Robert Duvall, Richard S. Castellano, Talie Shire gibi isimlerin başrolde olduğu film tüm zamanların en büyük filmlerinden biri oldu ve Hollywood Sinemasını adeta şaha kaldırdı, canlandırdı. Elde ettiği hasılat rekoru 1975’te Spielberg’in başyapıtı Jaws’a dek kırılamadı.

Al Pacino, Marlon Brando – The Godfather (1972)

The Godfather’ın çekim öyküsü çok ayrı bir hikayedir o yüzden bu yazıda o süreçten bahsetmeyeceğim. Film o zamanlar hiç tanınmamakta olan ‘cüce’ Al Pacino’yu dünya sinemasına kazandırarak belki de bendenize dünyanın en büyük iyiliklerinden birini yapmasının yanı sıra o dönemde çöküşte olan Marlon Brando da yeniden zirveye çıkarak kendisini hatırlattı. Coppola & Puzo ikilisi zirvedeydi. Film en iyi film, en iyi erkek oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo dalları olmak üzere 3 dalda Oscar kazandı.

BİR FİLME NASIL AŞIK OLUNUR?

The Godfather’ın özellikle ikinci ve ilk filmine duyduğum hisler çok ayrıdır. Ocaktan itibaren dönmeye başlayan 50. Yıl fragmanları ve 4K Çözünürlüklü Bluray reklamları beni yine heyecanlandırmayı başardı ve tüylerimi diken diken etmeye yetti. Peki nedir bu filmlerin büyüsü? Bununla ilgili çok şey söylenebilir aslında. İnanılmaz güçlü oyunculuk performansları, güçlü senaryo, kusursuz yönetmenlik ve sinematografi. Ancak bunlar sadece normal bir filmi sevme nedenleri olarak sayılabilir en azından bana göre. Gündelik hayatı yaşarken filmin müzikleri, sahneleri, replikleri geliyorsa bu başka bir şeydir, bu sadece bir film de değildir. Bugün dünyada The Godfather’ın bıraktığı etkiyi bırakabilen bir ikinci film daha yoktur. Öyle ki 50. Yılına yaklaşılırken film ülkesinde sınırlı sayıda gösterime geliyor ve 4K çözünürlükte taranmış yeni versiyonuyla yeniden piyasaya sürülüyor. Bunu elbette şöyle de açıklayabiliriz. Hollywood filmi, imkanlar belli, reklamlar belli, PR’ı belli…ki bunların hepsi de gayet yerinde çıkarımlar aslında.

Marlon Brando – The Godfather (1972)

BİR FİLM NASIL BU KADAR ÖLÜMSÜZ OLABİLİR?

Bu filmin bu kadar güçlü ve ölümsüz kalmasının en önemli sebebini ben evrenselliği olarak görüyorum açıkçası. Yaptığı etkinin sadece sinemaya değil aile ilişkilerine, iş dünyasının çeşitli sektörlerine, siyasete, politikaya kadar varması bence The Godfather’ın bu denli ölümsüz olmasının başlıca nedenleri arasında.

The Godfather (1972)

Bir başka taraf daha var. Taraflı tarafsız herkesin kabul ettiği üzere bu denli “erkek” bir film nasıl oluyor da dünyada kadın erkek fark etmeksizin bu denli sahipleniliyor. Burada aslında felsefi alt metinler, feminist okumalar devreye giriyor. Tamamen İtalyan Amerikalı, Katolik hayatı yaşayan geleneksel bir mafya ailesine giren modern Amerikalı bir kadının alt metni burada kadınları yakalıyor ve gerçekçilikle kusursuz biçimde bütünleşerek herkesin filmi bu denli sahiplenmesini sağlıyor. Öte yandan filmin kültür emperyalizminin bu denli önemli bir parçası olmasına rağmen, Domuzlar Körfezi Çıkarması, Mafya – Devlet – Küba üçgenine dair çıkarımlar yapması, kilise – mafya – Vatikan ortaklığına değinmesi gibi daha birçok şey aslında filmin popüler kültürün dibi olmasına rağmen aynı zamanda karşıtı da olan bir film olduğunu gösteriyor. Yani Godfather üçlemesi aslında tüm yönleriyle seyirciye sağ – muhafazakar Amerikan Devletinin mafya ile ortaklaşa işlediği suçları gösterirken, bir yandan da Amerikan Rüyası Yalanını da yüzlerine vuruyor. Ama böyle şeylere rağmen gelgelelim dünyanın dört bir yanında posterleri, tişörtleri, plakları, cd’leri halen yok satıyor. Amerikan Mafyasının, Amerikan Devlet Kapitalizmi ve yayılmacı politikasıyla olan uyumunu dışa vuran bu filmler aynı zamanda ülkenin tüm dünyaya pazarladığı bir popüler kültür ürününe dönüşüyor. Bu bence kesinlikle yazar ve yönetmenin inanılmaz bir başarısı.

Bütün bunların ışığında tekrardan The Godfather’ın 50. Yılını kutluyor, bu filmlere duyduğum sevginin ve aşkın devam etmesini diliyorum. Merak edenlere de belirtmek istiyorum ki film Türkiye’de hiçbir sinemada vizyona girmeyecek. Türkiye tarihiyle 22 Mart’ta piyasaya sürülecek 4K Bluray’e ise yurtdışından getirilerek ulaşılabilecek.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir