`War crimes are defined by the winners. I am a winner. I can make my own definition.`
Act of Killing: Kendi Gerçeğini Yaratmak
Act of Killing yani bilinen Türkçe adıyla Öldürme Eylemi, Endonezya’da askeri darbe sonrası sevilmeyen komünistleri öldüren işkencecilerle yapılan röportajların belgeselin çekilmesini konu alıyor. Askeri darbe dönemindeki işkence mağdurlarının, kendilerinin filme alınmasından korkması üzerine yönetmen Oppenheimer farklı bir yöne gitme kararı alıyor: faillerin ağzından o günlerin belgeselini çekmek.
Kamera ekibiyle beraber ev ev, sokak sokak gezilen darbe sonrası Endonezyası’nda seyircinin karşısına gerçek bir tarih çıkıyor. Bu tarihi gerçek Endonezya’daki olayları belgelemekle kalmıyor, sinemanın gerektiğinde kamerayı elinde tutanın kim olduğuna göre bir gerçeklik yaratma misyonu olduğunu da gösteriyor. Akıllarda kalan ise bir iletişim aracının nasıl gerçeği bozup tekrar yeniden yarattığı oluyor.
Kitle İletişim Araçları ile Nesnel Gerçeklikten Yaratılan Gerçeğe
İnşanın mantık ile bağını kopardığı, her türlü şüpheyi haklı kılan ve üstüne üstlük hakikatin örselendiği ve yeniden yaratılan hakikatlere evrildiği bu çağa post-modernizm çağı deniyor.
Post, herkesin bildiği üzere önüne eklendiği kelimeye sonra anlamını kazandırıyor. Post, sonra anlamını zamanla kaybetmiş. Kendi gerçekliğini kaybetmiş ve kendini nitelemeyen bir anlama kaymış. Kelimelerin dil ile bağlantılarını ve doğal olarak kendi gerçekliğini yitirdiği bir dönemde yaşadığımız çağ gerçekten dil oyunlarının sonucu mu olacak?
Dil oyunları terimini ilk icat eden ve kullanan felsefeci Wittgenstein’dı. Dil oyunları yani dildeki kelimelerin anlamları, sosyal hayat pratikleri ile ilişkilendirildiği an bir anlam kazanır. Demek ki dil ile nitelenen kelimeler sosyal hayat geliştikçe anlamını kaybetmeye devam edecekti ve sürekli değişecekti.
Peki insan hakikatli olanı, özgür olanı, farklı olanı nasıl görecekti? Yani herkes görmek istediğine yoğunlaşırsa hakikat olan, orada olan nasıl görünecekti? Bu sorunun cevabının kitle iletişim araçları ile kurulacak ilişkiler içinde olduğuna inanıyorum.
Sosyal hayatın insanlar tarafından anlamlandırılması ile kitle iletişim araçları da bu yönde gelişti. Dolayısıyla dil oyunlarının yeni oyun alanı kitle iletişim araçlarının ta kendisiydi. Bu alan, sinema, televizyon ve internet gibi kitle iletişim araçları olmalıydı.
Örnek verilmek gerekirse kitle iletişim araçlarından olan roman ve sinema gibi iletişim araçları yıllar içerisinde bireyi değiştirdi. Birey önce romanı keşfetti. Roman türünden entelektüel bilgiye ve şehir yaşamına ait bir şeyler öğrendi. Roman, taşrada, köyde, mezrada o zamana kadar hayatla ilgili bir planı ve bilgisi olmayan insanların hayatına bir yön verdi. Sonra kitle iletişim araçlarından olan gazete geldi, aktüaliteyi getirdi. Romana kıyasla gazete bir günlüktü. Taşrada, köyde yasayan insanlar bilgiye, aktüaliteye yani anlık, günlük doğru bilgiye ulaşabildiler. Hakikati tek bir elden okumuş ve öğrenmiş oldular.
Sinema, televizyon ve internet ise bilginin yolunu genişleterek açtılar. Sinema filmini yapan yönetmenler, sinemacılar görüntüyü kitlelere sundu. Bilgi artık bir görüntüye kavuşmuş oldu. Dolayısıyla bilgi artık bir surete yani onun varlığını belirten bir imgeye kavuşmuştu. Çok geçmeden sinema dijitalleşti ve internetin de desteğiyle kontrolü kimin elinde olduğu belli olmayan bir üretime yol açtı. Öldürme Eylemi de böyle bir dönemde ortaya çıkmış oldu.
Öldürme Eylemi, post-truth (hakikat ötesi) dönemin bir ürünü gibi duruyor. Öldürme Eylemi’nin kahramanları gerçek hayattakilerle yer değiştiriyor: gangsterlerin “freemen” ilan edilmesi, askeri darbenin daha iyi bir rejim olduğunun savunulması, gangsterlerin aslında birer kurtarıcı olması. Buralarda yapılan dil oyunları ise faillerin ağzından dönemin gerçeklik temsili olarak öne çıkıyor.
Dil Oyunları: Gerçek dilde saklı…
Oppenheimer kamerasını bu donemde aktif rol aldığını söyleyen gangsterlere çevirdiğinde, belgesel boyunca kamera gangsterlerin nerelerde, kimlerle beraber ve hangi şekillerde bu ölümleri gerçekleştirdiklerine odaklandı. Bu dönemde gangsterler ve paramiliter gruplar freemen (özgür adam) ilan edilmişlerdi.
Belgeselin odak noktası, birçok kez belgeselde duyulacağı üzere “free-men” kelimesini İngilizce olarak kullanmaktı. `Free Men`, hiçbir yere bağlı olmayan özgür insanlar anlamında kullanıldı. Bu adamlar hiçbir şekilde askeri darbeyi yapanlarla bağlantılı değillerdi. Asker değillerdi, bürokrat değillerdi, devlet ile gerçek bir bağlantıları yoktu ama her devlet töreni ve askeri törende varlardı. Devlet yetkilileri tarafından, geçmişi anarken büyük bir onurla anılıyorlardı. Dolayısıyla katillere göre gerçek tarih anlatımında ilk durak, bu adamların birer `Özgür Adam` olduğuna inanmaktı.
Bir başka olay ise bu dönemdeki gazetelerin basılması meselesi idi. Matbaada basılan gazetelerin nasıl komünistleri kötü gösterecek şekilde düzenlendiği ve gerçeğin özünden çıkarılıp başka bir gerçeğe çevrildiği anlatılıyordu. Burada da bir gerçeklik temsilinden söz ediliyordu. Bir komünisti kötülemek amacıyla haberler basılıyordu. Yani gazeteler günümüzde haberlerin doğrulara dayandırılmasıyla prestij kazanırken 1965’in Endonezyası’nda tersi yapılıyordu. Gerçeğin yeniden yazıldığı gazeteler her gün yeniden basılıyordu. Sonunda belgeselde söylendiği üzere savaş suçunun ne olduğuna karar veren kazananlardı.