Metin Erksan, Sinematek ve Bitmeyen Kavga

I.

Metin Erksan, büyük yönetmendi ve ülke sinemasının her büyük ismi gibi, aktif sinema hayatı boyunca sansürle mücadele etmek zorunda kalmıştı. 1952 yılında çektiği Âşık Veysel’in Hayatı’ndan son filmine kadar hep sansür mekanizmasının dişlerini eserlerinden çekmeye çalıştı, kimi zaman başardı, kimi zaman uzlaştı, kimi zaman vazgeçti. Erksan’ın mücadele ettiği tek şey sansür değildi, sansür kadar, belki de daha fazla, aydınlarla, sinema yazarlarıyla mücadele etti. Aydınların istemediği adam oldu.

II.

Sinema yazarlığının ülkemizdeki zirvesi, hiç kuşkusuz Sinematek dönemiydi. 1965 yılında, Onat Kutlar önderliğinde kurulan Sinematek, Yeşilçam dışı film üretimini sağlamak, ülke sinemasını ileriye taşıyacak sanatçılar yetiştirmek ve sinemada eleştiri kurumunu yerleştirmek gibi misyonlar benimsemiş ve bu doğrultuda binlerce filmi; yazar, yönetmen, eleştirmen ve seyirciyle buluşturmuş, konferanslar ve oturumlar düzenlemiş, yurt dışından yüzlerce sinema insanını ağırlamış bir kuruluştu. Misyonları doğrultusunda, daha Sinematek kurulmadan sinema ve dünya görüşlerine karşı oldukları, Metin Erksan ve Halit Refiğ’in başını çektiği “Ulusal Sinemacılar” ile amansız bir mücadeleye tutuştular, Yılmaz Güney gibi bir yönetmenin içine doğacağı sinema ortamını hazırlayarak bir devrimin fitilini ateşlediler.

III.

İleriye gitmek için ideal yollardan biri de kavgadır, Sinematekçiler ile Ulusal Sinemacılar da yaklaşık 15 yıl boyunca bu yola başvurmuştur. Bu iki kesim, bugün sinema çevrelerinde asla rastlayamayacağımız, ülke sinemasını pek çok açıdan ileri götüren kavgalara tutuşmuşlardır, hem karşıtlarıyla, hem kendi içlerinde… “Türkiye’de sınıf yoktur, doğal olarak sınıf mücadelesi de yoktur “ diyen ve öfkesini kolay kolay kontrol edemeyen Metin Erksan ile Ulusal Sinema Kavgası kitabıyla hareketlerini kuramlaştıran Halit Refiğ, Hudutların Kanunu (1966), Kızılırmak-Karakoyun (1967) ve Düğün (1973), Gelin (1973), Diyet’ten (1974) müteşekkil Göç Üçlemesiyle sınıf mücadelesini temel alan eserler ortaya koymaya başlayan bir diğer Ulusal Sinemacı Lütfi Akad’a dönüşümü nedeniyle kıyasıya eleştiriler getirmiş; Sinematek’in kuruluşunda yer alan, yıllarca aktif olarak çalışan ve sonrasında yollarını ayıran Nezih Coş, Sinematek’in Onat Kutlar’ın çiftliği haline geldiğini ve Kutlar’ın derneği kendi tekeline aldığını dile getiren (ve bolca hakaret içeren) sert yazılar kaleme alması nedeniyle, eşiyle geldiği Sinematek’ten, Onat Kutlar ve çalışanlar tarafından dövülerek dışarı atılmıştır. Bu örnekler, karşı tarafa söylenenlerin ve yapılanların yanında devede kulak kalır.

IV.

Her sinemacı, ideolojik bir çerçeveden bakar sinemaya, apolitik sinema yaptıklarını öne süren yönetmenler, sadece film kritiklerine odaklanan yazarlar bile “politika yapmayarak” politika yaparlar. Sinematekçiler ve Ulusal Sinemacıların mücadelesinin temelinde de, kabaca “sağ ve sol” diye ayırabileceğimiz iki karşıt ideolojinin çekişmesi vardır. Yeşilçam ile Yeşilçam kalıpları dışına çıkan yaratıcılar, yönetmenler ile yazarlar ve aydınlar arasındaki mücadele, sanat kadar, politik bir mücadeledir ve değerlendirmelerini, konumlanmalarını buna göre yapmış, birinin ak dediğine, diğeri kara demekten çekinmemiştir. O kadar ki, kendi geçmişini ve eserlerini reddetmeye, çarpıtmaya kadar varır iş; bugün “toplumsal gerçekçi” sinemanın en önemli eserlerinden kabul edilen Susuz Yaz ve Yılanların Öcü gibi filmler, sırf Sinematekçilerin ideolojik duruşuna paralel düşünceler ve temalar barındırdığı için, 70’li yıllarda bizzat yaratıcısı Metin Erksan tarafından, “toplumsal gerçekçi olmayan ve sadece sorunlarla yüzleşen insanları anlatan filmler” olarak nitelendirilir.

V.

Sineme eleştirmenlerinin, iki farklı kimliği vardır: Sinema yazarı ve film eleştirmeni. İç içe olan bu iki kimlik, birbirlerini besledikleri kadar, diğerinin işlerine de çomak sokmaktadır. Sinema yazarı, filmlerden ziyade sinemanın kendisiyle “bütün” olarak ilgilenir. İdeolojik duruşundan ahbap olduğu, beraber iş tuttuğu yönetmenlere, oyunculara kadar her unsur, sinema yazarının fikirlerini, tavırlarını ve esere yaklaşımını etkiler. Film eleştirmeninin işi ise daha çok filmin kendisiyledir, belli kuramlar çerçevesinde nesneyi inceler. Ama kişinin sinema yazarı kimliği, film eleştirmeni kimliğine çoğunlukla galebe çalarak yazılara sirayet eder, karşısındaki eseri objektif olarak ele almasını, karaya kara, aka ak demesini engeller; karaya ak, aka kara demek zorunda bırakır. Sinematek döneminin sinema iklimini soluyan yazarlar için de böyle olmuştur, karşıt oldukları Metin Erksan’ın eserlerine dair, “sinema yazarı” kimlikleriyle zehir zemberek “film kritikleri” kaleme almışlardır… Susuz Yaz (1963), sinema yazarı Nezih Coş tarafından yerden yere vurulur, hatta kaynak eserin yazarı Necati Cumalı da ideolojik gerekçelerle hışma uğrar; Kuyu (1968) yine Coş tarafından “hiçbir şey söylemeyen ve boşa giden çaba”, Sevmek Zamanı  (1965) Yedinci Sanat dergisinde, Yedinci Sanat imzalı bir yazıda Alain Resnais çakması olarak nitelenir.  Yeşilçam’ın önemli isimleri de, Ulusal Sinemacılar gibi “sinema yazarlarının” hedefindedir; büyük hâsılatlar elde eden ve halk nezdinde sineması pek sevilen Ertem Eğilmez, Burçak Evren tarafından “birtakım yanlış değerlendirmelerle ustalık payesine erişmiş yönetmen”, Abdullah Anlar tarafından da “tarihsel gelişimin karşısına çıkışın en yoz, gerici ürünlerini vermiş bu sinemaya (Yeşilçam) layık, talancı bir yönetmen” olarak nitelenir.

Bugün de, aynı iki kimlik çatışmaktadır: Semih Kaplanoğlu’nun son filmi Buğday (2017) için “kritik” kaleme alan film eleştirmenine, sinema yazarı kimliği, yönetmenin ideolojik tutumunu fısıldamaktan geri durmaz.

VI.

Metin Erksan, 1974 yılında, TRT ile bir anlaşma yapar, Türk hikâyecilerinden altı eser seçip TRT’de gösterilmek üzere filme aktaracaktır. Erksan’ın karşısına, kariyeri boyunca mücadele ettiği sansür ve her açıdan ayrı düştüğü Aydınlar çıkar. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Abdullah Efendi’nin Rüyaları hikâyesi, TRT tarafından “pornografik” bulunur, film sayısı beşe düşer: Sait Faik Abasıyanık’tan Müthiş Bir Tren, Kenan Hulusi Koray’tan Sazlık, Samet Ağaoğlu’dan Bir İntihar, Tanpınar’dan Geçmiş Zaman Elbiseleri ve Sabahattin Ali’den Hanende Melek. İlk üç eser televizyonda gösterildikten sonra, gelen tepkiler nedeniyle Geçmiş Zaman Elbiseleri ve Hanende Melek yayın programından “şimdilik kaydıyla” kaldırılır. Erksan, filmleri hem gösterilirken hem de yayından kaldırıldığında, “komünizm propagandası” yapmaktan  “biçimsel ve soyut eserler üretmeye” kadar varan çeşitli suçlamalarla karşılaşır, kimileri Sabahattin Ali ismi nedeniyle son iki filmin yayınlanmadığını ve bunun suçlusunun da Erksan olduğunu dile getirir. Bu tepkilerin en çarpıcısı ve vahimi ise Aziz Nesin’in başında olduğu Türkiye Yazarlar Sendikasından gelir; “Metin Erksan’ın yaratıcı faaliyetlerinin kısıtlanması gerektiğini” belirten bir bildiri yayınlanır: Metin Erksan’ın halkımızın parasıyla, kendi beğenisine uygun filmler yapmış olmasını, seçtiği hikâyelerdeki içeriğin, toplumumuza olumlu yönde iletilecek hiçbir mesajı olmadığını saptadığımızdan, bu yolda Türk edebiyatı adına bir protesto yapmak üzereydik zaten. Şimdi devrimci yazar Sabahattin Ali’nin isminden ötürü uygulandığını sandığımız bu yasaklama kararı karşısında alacağımız tavır, yeni bir boyut kazandı: Metin Erksan’ın halkımıza ters düşen seçimi, seçiminden çok anlatım biçimi ve sanat anlayışı dolayısıyla, TRT’nin ta başından beri Metin Erksan’ı kapı dışarı etmesi gerekirken, devrimci yazar Sabahattin Ali’nin ismini bile yasaklamaya kalkmış olmasını protesto ediyoruz.

Metin Erksan ise Yazarlar Sendikasından gelen tepkinin basit bir gerekçesi olduğunu dile getirir: Sendikanın başındaki Aziz Nesin ve Bekir Yıldız’ın hikâyelerini seçmemesi.

VII.

Zaman ilerler.

Metin Erksan, 40 film sığdırdığı 25 yıllık yönetmenlik hayatını 48 yaşında sonlandırır, hayatının son 35 yılında film çekmez. Sinematek, 1980 darbesiyle kapatılır, yeri bir daha asla dolmaz. Yılmaz Güney, istenmeyen adam olur, hapis yatar, yurtdışına kaçar, 1984 yılında, 47 yaşındayken Paris’te vefat eder. Onat Kutlar, The Marmara Oteli’ne yapılan bombalı saldırı sonucu, 1995’te hayata gözlerini yumar. Aziz Nesin, Madımak Katliamını yaşar.

Bütün aktörler sahneden çekilir, geriye mirasları kalır.

Diğer Yazılar: Tanju Baran
Ara Pası
* Zizek’ten naklen: ‘Bir geminin batmasından sağ kurtulan zavallı bir köylü kendini...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir