Yok Oluş

Bilimin insan yaşamının sonunu getireceği düşüncesini ilk olarak İngiliz Romantikleri gün yüzüne çıkardı. Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle insan kendi sonunu kendi getirecekti onlara göre. Başta Mary Shelley’nin Frankenstein’ı olmak üzere bu düşünce Romantiklerden sonra Modernistler ile devam etti. Nihayetinde ise bir dünya savaşı gören insanlık artık bir şeyden emindi. Teknoloji insanlığı yokoluşa sürüklüyordu.

19. yüzyıldan günümüze gelen bu mesele Alex Garland’a da malzeme oldu ve Tanrı rolündeki insanlığı Ex Machine filmi ile geliştirdi. Beslendiği fikri iyi bir şekilde işlediği için ilk yönetmenlik deneyimi olan Ex Machine ile dikkatleri de üzerine çekmeyi başarabilmişti. Aradan geçen birkaç yılın ardından Alex Garland’ın yeni bir film çektiğini duyduk. Fakat genç yönetmen ilk filmi ile çıtayı yükselttiği için yeni filmi Annihilation öncesi beklentiler bayağı yüksekti. Ki bu durum bir yönetmen için oldukça olumsuz sonuçlar doğurabiliyor. Her yönetmenin korkusudur yarattığı beklentinin altında ezilmek. Ki benim nezdimde öyle de oldu.

Yazının bundan sonrası SPOILER içeriyor.

Alex Garland Annihilation ile düşünsel bir bilim-kurgunun sınırlarında gezmeye çalışmış. Filmi izlerken kafamda hep bu cümle dönüp durdu. Hikayenin temel dayanağı insanlığa bir ayna yansıtan ve arınmayı temsil eden bir bölge. Bu bölge kişinin kuytularında yatan karanlık benliğinden arınmayı temsil ediyor bir nevi. Kulağa hoş geliyor değil mi? Evet hoş, tabii gerçekten özgün bir fikir olsaydı. Özellikle bilim-kurgu sinemasında daha önce karşılaştığımız bir fikir bu maalesef. Özgün olup olmadığını da geçtim, eğer Annihilation beslendiği fikirleri geliştirebilseydi, yani bir fikre yeni şeyler katmayı başarabilseydi bu kadar negatif olmazdım. Hadi diyelim filmin altyapısını oluşturan düşünce özgün olsun. Fakat böyle olsa dahi durum gene de vahim. Bu sefer de fikirsel olarak iyi fakat pratikte vasat bir iş ortaya çıkıyor. Filmin her anına bir boşvermişlik hakim. Karakter yaratımları sırıtıyor. Yan karakterler oldukça düzensiz ve verimsiz. Karakterlerin içinde bulundukları psikolojik varyasyonları kabul edebilmek mümkün bile değil. Sorunları var diye kendini kesen bir bilim kadınını ya da bir takım hataları telafi etmek için dünyayı kurtarmaya çalışan ana karakteri kafamda bir türlü oturtamadım. Yönetmen son yarım saatte beyin fırtınası yapabileceğine inandığı için film boyunca sarkan, havada kalan ya da inandırıcılığı olmayan her şeyi göz ardı etmiş gibi. Tıpkı geçen yılki Arrival filmi gibi Annihilation için de tüm denklemi oturtmak adına son yarım saat çok önemliydi. Çünkü film boyunca gizem ve bilinmezliğin içini açmak gerekiyordu. Fakat yönetmen, filmin son yarım saatinde maalesef bunu da veremedi. “Son yarım saate kadar biraz mistik şeyler yaratayım, işte neyin ne olduğu belli olmasın, sona gelene kadar da gerilim, ölen karakterler falan derken kurtarırım” dermişçesine elindeki tek koza güvenmiş. Fakat son yarım saatteki fikir de yavan olunca eline yüzüne bulaştırmış. Film boyunca self-destruction, öz-yıkım vurgusu dönüp duruyor. Ee yani? İnsanın kendi içinde yaşadığı çatışmalar ve doğuştan içimizde bulunan kendine zarar verme dürtüsü filme monte edilince çok mu derin bir film olması gerekiyordu? Ortaya bir fikir attın düşünsün dursunlar dermişcesine hiçbir amaca hizmet etmeyen bir fikir var filmde. Burada bahsettiğim şey “uzaylılar neden geldi, insanlardan ne istiyorlar” gibi soruları cevaplanmasını istemek değil. Fakat film boyunca sadece öz-yıkım deyip başka bir şey dememek filmi derin yapmaktan çok uzak. Filmin sonunda bölgeden kurtulan klon muydu, ana karakterimiz miydi? Bunu cevaplamanın bir önemi yok mesela. Hangisi kaçarsa kaçsın amaç ne mesele ne? Mesele arınma mı? Ayının kaptığı kadın arınmış mı oldu? Koskoca bölge insanlar arınsın diye mi oluvermiş? 5 bilim insanının dördü yolda ölüyor. Bunlar hangi amaca hizmet etmiş oldular? Güçsüz oldukları için bölgeden faydalanamadılar da bir ana karakter mi bunu içinde özüttü. Kısacası filmin gidişatı hiçbir açıdan hoşuma gitmedi. Her anında yavanlık ve lüzumsuzluk hissettim.

Annihilation’un türevlerine kattığı belki de tek şey yarattığı sentez. Canlıların doğaüstü bir güç aracılığıyla birbirleriyle oluşturduğu sentez gerçekten ilgi çekici. Fakat herhangi bir imge veya sembolik bir amacı olmadığından bu fikir de bir görüntüden daha ileriye gidemiyor film boyunca. Kısaca özet geçmek gerekirse Annihilation’un çekici bir fikri ve özenle oluşturulmuş bir ambalajı var. Fakat sonuç bakımından hiçbir şey vaadetmeyen bir yolculuk gibi. Son yarım saatte anlatmak istediklerine ulaşmak adına film uzamış da uzamış. İzlerken çok da beklentiye girmeyin derim.

Diğer Yazılar: Metin Kaçar
2017’nin Kıyıda Köşede Kalanları
Birçok yönetmeni ağırlayan 2017 sinema yılının da sonuna geldik. Her geçen yılın...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir