YARAYA DÖNÜŞEN BİR MASAL: “ÇİRKİN ÜVEY KARDEŞ”

“Çirkin Üvey Kardeş” (The Ugly Stepsister / Den stygge stesøsteren, 2025), yönetmen ve senarist Emilie Blichfeldt imzasını taşıyor. Başrollerinde Lea Myren (Elvira), Thea Sofie Loch Næss (Agnes), Ane Dahl Torp‘un (Rebekka) yer aldığı film, güzelliğin takıntılı olduğu bir krallıkta geçiyor. Film boyunca, Elvira’nın üvey kardeşi Agnes’in benzersiz güzelliğine karşı annesinin baskısıyla başvurulan güzelleşme operasyonlarını, kıskançlık, kimlik arayışı ve estetik saplantılar ekseninde dramatik ve kimi zaman da grotesk bir masala dönüşen bir hikâyeyi izliyoruz.

Sundance Film Festivali’nin Midnight bölümünde prömiyer yapan, “Çirkin Üvey Kardeş“, Külkedisi masalının kanlı iç yüzünü gösteriyor. Parıltılı balo salonlarının arkasındaki karanlığı, güzelliğin ardındaki çürümeyi Elvira’nın hikâyesi üzerinden anlatan film, bir aynanın karşısında başlayıp orada biten, bedenin ve ruhun deformasyonuna dair oldukça sert ve izlemesi hayli zor bir film.

Film, estetik müdahaleleri, toplumsal beklentileri ve annelik baskısını bir cerrahın neşteri gibi kullanıyor. İnsanın yüzündeki gülümsemenin altında ‘’Yalnızlık, utanç, hırs ve suskunluk var,’’ diyor. Elvira, güzel olmanın bedelini kanla ödeyen bir karakter. Külkedisi masalının o sevimli cam ayakkabısı burada deriye gömülmüş bir yara gibi duruyor. Güzelliğin bedelini, kadınlığın sınırlarını ve kimliğin nasıl biçimlendirildiğini sorgulayan bu film, grotesk ile duygusal olanı iç içe geçiriyor. Bedenin parçalanması, aslında kimliğin de parçalanışı oluyor.

Yönetmen Emilie Blichfeldt’in dili hem sert hem şiirsel. Bazı sahnelerde mide bulandıran detaylar, aynı anda acımasız bir güzelliğe dönüşüyor. Renk paleti solgun, her şey sanki uzun süredir nefes almayan bir odada geçiyor. Bu atmosfer, karakterlerin sıkışmış ruh hâlini taşıyor. “Çirkin Üvey Kardeş” masal anlatmıyor, masalı yakıyor. Gerçek güzelliğin, çirkinliğe tahammül edebilme gücü olduğunu söylüyor. Filmi izledikten sonra aynaya baktığınızda yüzünüz değil, size öğretilen yüz karşınıza çıkıyor. Kimi zaman rahatsız edici, kimi zaman kırılgan ama her sahnesinde dürüst bir film bu. Ve belki de asıl cesaret, prense değil, insanın kendi yansımasına bakabilmesinde saklı.

Çünkü bu, kelimelerin değil bakışların, bastırılmış öfkenin ve içsel bir utancın filmi

“Çirkin Üvey Kardeş”, bir peri masalının küllerinden doğan karanlık bir çığlık gibi. Emilie Blichfeldt, bu filmde güzelliğin nasıl bir şiddet biçimi olduğunu gösteriyor. Külkedisi’nin gölgesinde kalmış, ismi bile anılmayan “çirkin üvey kardeş”in hikâyesini alıyor ve o gölgenin içine ışık tutuyor. Işık vurdukça, güzellik parlamıyor; çürüyor. Elvira, güzel olmanın bir tür kurtuluş olduğuna annesi tarafından inandırılmış bir kız. Hal böyle olunca annesinin elinde bir heykel gibi yoğruluyor; burun kemiği törpüleniyor, kirpikler dikiliyor, kilo almamak için tenya yutuyor. Her işlem bir yara, her yara bir sessizlik bırakıyor. Film bu sessizlikleri çok iyi duyuruyor. Çünkü bu, kelimelerin değil bakışların, bastırılmış öfkenin ve içsel bir utancın filmi. Elvira’nın hikâyesinde güzelleşmek, ölmekle eş anlamlı. Her müdahale, biraz daha kimliğini alıp götürüyor. Blichfeldt, bu süreci neredeyse bir body horror ritüeli gibi anlatıyor ama korkunç olan beden değil, toplumun estetik anlayışı. Çünkü filmdeki bütün acıların kaynağı, başkalarının bakışı. Birinin gözünde “güzel” görünmek için kendi yüzünü yok etmek… Masalın asıl laneti bu.

Asıl çürüme güzellikte değil, nesillerdir gömülemeyen fikirlerde

Film boyunca renkler solgun, atmosfer ağır. Kamera çoğu zaman Elvira’nın yüzüne çok yakın; nefesini, terini, korkusunu hissettiriyor. O anlarda seyirciyle karakter arasında rahatsız edici bir yakınlık kuruluyor. Bu yakınlık, güzelliğin seyirlik bir şeye dönüşmesinin eleştirisi gibi. Elvira’nın yaşadığı bütün deformasyonun kaynağı aslında görünmeyen bir erkek figür: Baba. O hiçbir yerde “etkin” değil ama hep orada duvarlardaki fotoğraflarda, annenin sözlerinde, evin düzeninde. Gömülmeyen baba bedeni, geçmişin gömülemeyişi, otoritenin hâlâ evin içinde dolaşması anlamına geliyor. Annesinin güzellik takıntısı, aslında o erkeğin bakışını yaşatmak için. Film bu noktada neredeyse Freudiyen bir zemine kayıyor: Elvira’nın bedenindeki her kesik, gömülmemiş babanın ağırlığıyla ilişkilendiriliyor. Kadın bedeni, baba otoritesinin “mezarı” gibi. Ama mezar kapanmıyor, çünkü anne hâlâ o kuralları yaşatıyor.

Filmin sonunda anlıyoruz ki asıl çürüme güzellikte değil; nesillerdir gömülemeyen fikirlerde. Gömülmemiş çürüyen bir baba, başkalarının onayına mahkum güzellik algısı… Blichfeldt, bu sahneyle sadece bir babayı değil, kadınların nesiller boyu devraldığı erkek merkezli algıyı toprağa veremeyişimizi anlatıyor.

“Çirkin Üvey Kardeş”, güzelliğin ödül, çirkinliğin ceza olduğu bir dünyanın iç yüzünü açığa çıkarıyor. Annesi Elvira’ya havladığı zaman bu ‘’Asil, kibar, zarif ol. İtaat et, eğil’’ anlamına geliyor. Birbirleriyle konuşmadan havladıkları sahne oldukça etkileyici. Köpek yarışmalarında köpeklerin burnuna takılan tasmayı taklit eden hareketlerle balo salonunda kızını erkeklerin karşısına getirmesi, günümüzdeki güzellik yarışmalarının ilkelliğini de gözler önüne seriyor. Emilie Blichfeldt, Külkedisi masalının gölgede kalmış bir karakterine çirkin üvey kardeşe sonunda söz veriyor. O söz, ipek bir kurdeleden, uçuşan saten bir elbiseden değil, kanın içinden geliyor. Elvira’nın hikâyesi bir peri masalı değil, sahne ışıkları altında yakılan bir itiraf niteliğinde.

Filmi izlemek hassas mideye sahip kişiler için oldukça zor. Fakat yine de “Çirkin Üvey Kardeş” atmosferi, sinematografisi ve derdi açısından izlenmesi gereken filmlerden. Filmin en kuvvetli söylenmeyen cümlesi de şu: Güzellik, başkalarının onayına mahkûm olduğunda, en yozlaşmış şiddet biçimidir.

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir