2021 Berlin Film Festivali’nde ilk gösterimini gerçekleştiren Petite Maman (Küçük Anne), geçtiğimiz yıllarda Portrait de la Jeune Fille en Feu (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi) filmiyle adından oldukça söz ettiren yönetmen Céline Sciamma’nın son filmi.
Büyülü bir atmosferde geçen bir çocukluk ve büyüme hikayesini merkezine alıyor. Kısa bir sürenin içine pek çok duyguyu sığdıran Sciamma, bizi aile, büyüme, veda gibi kavramları da sorgulamaya davet ediyor.
Öncelikle filmi Şubat ayında Mubi platformunda yayınlanması ile izleme olanağı buldum. O kısacık zaman diliminde, neredeyse her sahneyi her karakteri içselleştirerek tüm duyguları yaşadım. Kadın yönetmenlerin, kadın karakterleri yaratma ve verilmek istenen duyguyu izleyiciye doğrudan geçirebilme başarısını tekrar kanıtlayan bir film olduğunu da söylemek mümkün.
Petite Maman, bir veda sahnesi ile başlıyor. Nelly, çok sevdiği büyükannesinin ölümüyle küçük yaşta acı bir duyguyla yüzleşiyor. Sekiz yaşında olmasına rağmen aslında oldukça olgun bir kız çocuğu olan Nelly’i, kendisini daha da olgunlaştıracak bir yolculuk bekliyor. Annesi ve babasıyla birlikte büyükannesinin evine gidiyor. Annesinin büyüdüğü evi, kendi yaşlarında bir çocukken kulübesini yaptığı ormanı daha doğrusu annesinin çocukluğunu ve büyüme dönemini keşfetmeye başlıyor. Aynı zamanda annesine sorular soruyor, onu daha çok tanımaya çalışıyor.
– “Hep tam yatacağın zaman sorular soruyorsun böyle.”
– “Seni ancak o zaman görüyorum da ondan.”
Filmde kullanılan renk skalası da filmin konusunun ne kadar doğal ve sıcak olduğunu önceden hissettiriyor gibi. O renkli ormanda Nelly kendi yaşlarında bir kızla tanışıyor. Annesiyle aynı isme sahip olan Marion’la tanışması ile de Nelly’nin bir o kadar büyülü hem de gerçekçi yolculuğu başlamış oluyor.
Çocuk oyuncuları merkezine alan film, başarılı oyunculukları ile filme bir çocuğun gözünden bakmamızı ve empati kurmamızı da başarıyla sağlıyor.
Nelly aslında pek çoğumuzun hayalini gerçekleştiriyor. En yakın arkadaşı annesi olan kız çocuklarının imrenebileceği büyülü bir deneyim yaşayarak annesinin kendi yaşlarındaki hali ile arkadaş oluyor. Onun en saf halini tanıyor, gelecek hayallerini öğreniyor. Annesinin büyüme hikayesine eşlik ediyor, onu yakından tanıma fırsatı buluyor.
Annesinin gittiği ve babasıyla baş başa kaldığı sahnelerde, Nelly’nin annesiyle ilgili asıl şeyleri bilmediğini öğreniyoruz. Fakat Nelly, bir nevi annesinin yokluğunda annesini daha yakından tanıma fırsatını elde ediyor. Çünkü Nelly aslında ormanda annesinin kendi yaşlarındaki haliyle tanışıyor, aynı zamanda çok sevdiği ve yakın zamanda kaybettiği büyükannesiyle. Evin odalarının aynılığı, annesi ve ormanda tanıştığı küçük kızın isim benzerliği, filmin başında bu detayın çok da anlaşılmaz ya da gizli olmadığını destekler nitelikte.
Nelly bu büyülü yolculuğunu ‘küçük annesi’ Marion ile de paylaşıyor.
– “Ben senin çocuğunum.”
– “Gelecekten mi geliyorsun yani?”
– “Arkandaki yoldan geliyorum.”
Her ne kadar evdeki işler bitse de eşyalar azalsa da aslında Nelly için anılar ve geçmişe dair bilgiler tam tersine artıyor. Belki de Nelly için o ev eskisinden daha anlamlı ve daha dolu.
Kendi kederiyle, belki biraz da geçmişte isteyip de yapamadığı hayallerinin ağırlığıyla boğuşan Marion, ister istemez kızıyla arasına bir duvar örmüş gibi gözükmekte olsa da Nelly annesine dair öğrendikleri sayesinde, artık annesiyle arasındaki o duvarı yavaş yavaş yıkmaya başlıyor.
Her ne kadar film dramatize edilmiş sahnelerden oldukça uzak olsa da sade fakat anlamlı diyalogları, samimi ve doğal oyunculukları ile yer yer gülümsetip, duygulandırmayı da başarıyor.
Filmin son sahnelerine geldiğimizde, Nelly merak edip annesine soramadığı soruları, annesinin mutsuzluk sebebini küçük annesi Marion’a sorma şansını yakalıyor. Belki de Marion’un sadece “Üzüntümü sen yaratmadın.” demesi bile Nelly için bir nebze tatmin edici bir cevap olmuş olabilir. Fakat, en önemlisi Nelly bir şans daha elde ediyor. Filmin en başında annesine, büyükannesiyle vedalaşamadığını söylüyordu. Bir ‘hoşça kal’ kelimesi, belki de içimizde kalan keşkeleri yok etmeye yetecek güçte olabilir. Tabii o şansı elde edebilirsek…
Her ne kadar bir film incelemesinden çok, içsel bir yorum gibi olacak olsa da aile bağları güçlü ve en yakın arkadaşı annesi olan biri olarak, bu filmi bu kadar sevmemi ve tatmin edici bulmamı bu duruma bağlıyorum. Bazen benim hayatıma dokunan o önemli kadınları daha yakından tanımak, acılarına ve mutluluklarına şahit olmak kafamın içinde durup dönen senaryolardan biri olmuştur. Bu konuda Celine Sciamma sanki beni ve benim gibileri duyup bize büyülü bir yolculuk sunmuş gibi hissettirdi. Umarım hepimiz keşkelerimizi bir şekilde telafi edip, aklımıza takılan soruların yanıtlarını bulabiliriz. Gerçek ya da hayal olsun ne fark eder?