Sinemaseverlerin dimağına henüz ilk filmi In Bruges (2008) ile yerleşen İngiliz yönetmen Martin McDonagh, seyircisini trajikomik durumların ortasına bırakmayı seven bir yönetmen. Karakterlerini suç ve şiddet ile yeni tanışmış veya tanışmakta olan basit insanlardan seçen yönetmen, çaresiz, bitik karakterlerini Bruges şehrinde sıkıştırıp onlara çıkış yolu arattığı sade ama etkileyici ilk filmiyle kendine has bir yönetmen olacağının sinyallerini vermişti çoktan.
İlk gösterimini yaptığı Venedik Film Festivali’nden Golden Osella (En İyi Senaryo) ile ayrılan son filmi Three Billboards Outside Ebbing, Missouri, Holywood Yabancı Basın Birliği’nin dağıttı Altın Küreler’e de damgasını vurdu ve En İyi Film Drama, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Orijinal Senaryo, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödüllerini kazandı. Bu sene 4 Mart’ta dağıtılacak olan Oscar Ödülleri’nden de bol ödül ile dönmesi muhtemel.
Yönetmen McDonagh, yine kendisinden alışık olduğumuz benzer temalar arasında gezse de bu kez Amerika’nın ve dünyanın güncel meselelerine dokunan bir film ile karşımızda. Aylar geçtiği hâlde davada bir gelişme olmaması üzerine, tecavüz edilerek öldürülen kızının katilinin bulunması için yas tutmayı bırakıp harekete geçen Mildred Hayes isimli kadının, tek başına kasaba halkına ve adalet birimlerine karşı giriştiği mücadeleyi anlatımına alan film, iyi yazılmış ve oynanmış karakterleri ile öne çıkıyor.
Yönetmen, tek başına adalet arayan korkusuz, kararlı anne karakteri ile filmin iskeletini daha baştan sağlam oturtuyor. Burada başrol için Frances McDormand seçimi çok yerinde bir karar olmuş. Nihilist/anarşist anne rolünü McDormand’dan başkası bu kadar iyi kotaramazdı şüphesiz. Bu iskelete eklemlediği yan karakterler ve kasaba atmosferi iyi düşünülmüş ve yazılmış olunca film, aksamadan akıp gidiyor. Polis şefi Willoughby (Woody Harrelson), genç polis Dixon (Sam Rockwell) ve anne karakteri arasındaki çatışmalar, filmin ana eksenini oluşturuyor. Buna ek olarak yönetmenin filmin tonunu ayarlarken kullandığı müzikler ve muzip diyaloglar filmi derinleştiriyor. Filmin eleştirilerinde sıklıkla geçen “adeta bir Coen’ler kara komedisi” lafı boşuna değil. Ortada trajik bir hâl var ve McDonagh bunu unutturmadan güney mizahı ile harmanlamayı başarıyor. Karakterlerini fazla ciddiye almadan hepsini kusurlu insanlar olarak gösteriyor.
Filmin güçlü iskeletinin tersine detaylar filmin gücünü bir miktar düşürüyor. Örneğin, Mildred’in kızının yer aldığı flashback sahnesinde, ufak bir tartışma sırasında, kızın annesine sarf ettiği “Umarım, yolda tecavüze uğrarım.” repliği filme herhangi bir katkısı olmayan, gereksiz bir sahne olarak akıllarda yer ediniyor.
Filmin sorunları kanser olan Willoughby’nin intihar kararı alıp ailesine veda etmesiyle başlıyor. Filmin bu erken finali tempoyu düşürdüğü gibi öykü akışına da engel oluyor. Dolayısıyla filmin gerçek finaline giden adımlar geciktirilmiş, film süresi uzatılmış oluyor. Filmin devamında annesi ile birlikte yaşayan Dixon karakteri, polislikten atılması sonrası bir takım çelişkiler yaşıyor, dayak yiyor, bir dönüşüm geçiriyor. Mildred cephesinde ise karakolun yakıldığı gecenin ardından tanıştığı James ile yakınlaşmasını ve yemeğe çıkmalarını izliyoruz. Özellikle yemek sahnesinde güldürü amaçlı eklenen “cüce esprileri”, filmin ve senaryonun kalitesini tek başına düşürecek kadar kötü ve acizce yazılmış.
Mildred ile Dixon’ın filmin sonuna doğru aynı tarafa çekilmesi ise Dixon karakterinin faşizan, ırkçı geçmişi sebebiyle soru işareti olarak akıllarda kalıyor. İşten atılma ve dayak sonrası, bu uç fikirlere ve eylemlere sahip karakterin değişimi pek ikna edici verilmiyor. Filmin sağlam iskeletini sağlayan karakterler arasındaki denge de kaybolmuş oluyor.
İlk filmleri ile turnayı gözünden vurmuş yönetmenlerde sıkça rastlanan bir hataya düşüyor McDonagh. Daha çok meseleye el atıp, daha büyük film çekme hevesiyle yola çıkıyor. Anlatım konusunda olgunlaştığı ortada fakat bütün bunları tam anlamıyla toparlayamadığı da bir gerçek. Özellikle, açık bırakılmış gibi gösterilen finalinin altında bir kararsızlık yatıyor gibi gözüküyor. Bu kadar sert sularda yüzmeye çalışan bir filmin finalinin de sert olmasını beklerdim açıkçası. Tarantinovari bir cehennem finali, kimsenin sağ çıkamadığı bir şiddet sahnesi, hem iyi hem kötü yönleri olan karakterlerin sonu ve filmin karanlığının hakkını vermesi açısından daha yerinde olurmuş. Tıpkı ana karakter gibi, adaletin yerini bulmasını beklediğimiz filmden eli boş dönüyoruz.