SKUNK

KAPATILANIN YENİDEN DOĞUMU DAİMA SANCILI OLUR

Danimarkalı yönetmen Koen Mortier’in 2023 yapımı filmi Skunk, hiç kuşkusuz gizli bir hazine görevi gören, diplerde saklanmış ve hak ettiği ilgiyi çok fazla görmemiş yapımlardan bir tanesi. Bu yazımda benim aslında bir süredir izlemeyi planladığım ve an itibariyle çok etkilendiğim Skunk’ın derinlemesine analizini yapmaya çalışacağım. Hepinize şimdiden iyi okumalar dilerim.

KONUSU

Çok ağır travmalardan geçmiş olan 17 yaşındaki Liam, ailesinin evinden alınarak eğitim de verilen, devletin bir bakımevine verilir. Burada kendisi gibi olan çocuklarla kalacak olan Liam ve ona yakın ilgi gösteren öğretmenler için bu süreç hiç te kolay olmayacaktır.

ELEŞTİRİ

Skunk her şeyden önce karakter odaklılığını başından sonuna kaybetmeyen, bunu kusursuzca başarabilen bir yapım. İlk sahnesinden son sahnesine karakter dönüşümünü, yolculuğunu ilmik ilmik işleyen incelikli senaryosu, kusursuz yönetmenliği, adından söz ettiren, akılda kalıcı paralel kurgusuyla çok güçlü ve keskin bir film. Film boyunca Liam’ın geçmişinden bugününe odaklanıyoruz ve daha başından itibaren film bizi içine almayı kolaylıkla başarıyor. Bir hapisten çıkış ile açılan film orada bir yolculuğa dönüşüyor. Bu yolculuğun sonunda yanmış, harabe bir ev görüyoruz ve Liam buraya girip bodrumunda yere eğilerek ağlamaya başlıyor. Film boyunca çokça göreceğimiz 4 duvarlar, karanlık kapalı alanlar buradan itibaren bize gösterilerek baş karakter Liam’ın ruh halini anlamaya başlamamız kolaylaştırılıyor. Hemen sonrasında, bakımevine ilk girişine dönüş yapıldığında ise ilk olarak metal, demir atölyesinde çalışmak istediğini söylüyor. Liam’ın bu seçimi onun geçmişindeki istismarların, şiddetin ağırlığını, sertliğini ve onun bunlar karşısında durmak zorunda kaldığı dimdik duruşu hatırlatması açısından son derece önemli.

Bunun haricinde nadir iyi anlaştığı şeylerden biri ise bakımevinin ahırında bulunan yetişkin atlar. Bu atlarla kurduğu iletişim, atların sessizliği ve verdikleri huzur kendi hayatı için hayal ettiği huzuru, sessizliği temsil ederken arkadaşının ona sevmesi için verdiği yavru kediyi birden bire öldürmesi de kendi gibi, küçüklüğünden beri kendisine yaşatılanları ona anımsatacak hiçbir şeye, en ufak bir şeye dahi tahammülünün olmadığını bize gösteriyor. Ayrıca burada şuna parmak basmamız gerekiyor ki olası bir yanlış anlaşılma olmaması bakımından. Liam’ın burada kediyi öldürmesi çok anlık, saniye diyebileceğimiz bir şekilde, biz seyirciye sadece sesle belli edilen bir sahne. Sahnenin çok anlık ama bir o kadar da ani şekilde gelişmesi sahneyle ilgili seyirciye herhangi bir duygu geçmemesinin amaçlanması münasebetiyle son derece önemli. Öte yandan bunu yapan Liam, bakımevindeki zorlu hayatına devam ederken yer yer geçmişe dönmeye devam ediyoruz. ‘Ailesi’, ‘annesi ve babası’ tarafından kendisine yapılanlara şahit oldukça yaptığı, yapabileceği herhangi bir şiddet hamlesinin de insaniliğini göz önünde bulundurmamız gerektiğini görüyoruz. Filmin esas anlamdaki gerçekçiliği en yalın anlamıyla buralarda ortaya çıkıyor. Liam’ın herhangi bir insanın yaşamayacağı tarif edilmez ağırlıktaki yaşadıkları ona ömür boyu bir kelepçe olabilecekken o bu yeni hayatına alışmaya, sancılı da olsa yeniden doğmaya çalışıyor.

Bakımevinde kabadayı gibi davranan, kendisi dahil oradaki diğer gençleri de ezen Momo ise baştan itibaren net bir şekilde Liam için ailesinin yerini alıyor. Bakımevindeki düşmanı olarak gördüğü Momo’ya karşı ilk andan itibaren kurulmaya başlasa da bu yavaş yavaş işleniyor. Öte yandan bakımevindeki yardımcılardan olan Pauline ise aynı atlar gibi Liam’a iyi gelen nadir şeylerden biri. Pauline’in Liam’a yaklaşımı aslında kendisinin oradaki diğer çocuklara olan yaklaşımından farklı olmasa da bu elbette Liam için çok yeni bir deneyim olduğundan ona bir hayranlık, bir ‘aşk’ hissetmesine de engel olamıyor. Bütün bu anlarda kamera hem sabit hem de yavaş hareket etmeyi tercih ederken kimi yerlerde belgeselvari bir anlatım tarzına bürünüyor. Özellikle Liam’ın film boyunca ormana sığındığı sahnelerde kameranın bunu yapması aslında bir tür ‘hayvan’ belgeselini de andırıyor. Ormanın genel olarak bir kaçış, sığınma mekanı olması da Liam’ın geleceği, dolayısıyla filmin sonuna dair de çok şey söylüyor. Liam’ın bakımevinde çıkan tüm kavgalarda kendisini oradan ayırarak ormana kaçıp geri dönmesi, orada geçirdiği vakitte intikamının tuzaklarını kurması onun içindeki hayvaniliğin de işaretlerini veriyor bizlere. O yüzden kameranın o sahnelerdeki kullanım şekli bize çok şey anlatıyor.

Film aslında genel anlamıyla, konusu bakımından Destin Daniel Cretton’un Short Term 12’sini anımsatırken, tarifsiz sertlikteki muazzam finaliyle de Billy Bob Thornton’un yazıp yönetip başrolünü oynadığı 1996 yapımı Sling Blade’i andırıyor. Kabaca bir travmadan doğuş hikayesiyken finale doğru tahmin edilemeyecek derecede sert bir intikama evrilmesi de Sling Blade’i andırmasının başlıca sebebi olarak okunabilir. Tüm bunlara rağmen Liam, bakımevindeki öğretmenlerden Jos’un:” İnsan madeni para gibidir. Bir yüzünde karanlık varken bir yüzünde de iyilik bulunur. Önemli olan bunlardan hangisinin ağır bastığıdır” önermesine karşılık olarak finaldeki toplu intikamıyla karanlığın ağır bastığı şeklinde bir izlenime varmamızın önünü açıyor. Cinayetlerinin sertliği ve ilkelliği adeta bilinçsiz bir hayvanı andırırken bu sahnelerle şok olurken bir yandan da adeta doğumundan 17 yaşına kadar yaşadıklarını da hatırlamadan edemiyor ve kendisiyle son derece insani bir empati de kurmadan edemiyoruz. İşte tam burada filmin ismi de çok daha fazla anlam kazanıyor.

Dünyada uyuşturucunun tohumlarından biri olarak bilinen Skunk, filmde adeta kötü bir tohumun, aileden gelen kötülüğün ve karanlığın birleşmesiyle ortaya çıkan Liam’ın intikamıyla birlikte yeniden doğuşunu, hapishaneye girişini, filmin başında gördüğümüz şekliyle de çıkışını anlatıyor bize. Geçmişine dair en ufak bir iz bırakmayan, tahmin edilemeyecek bir radikallikle kendine odaklanmayı bu şekilde yapmayı seçen Liam için hayatı boyunca yaşadığı kapatılmaların ardından kapıyı ardına kadar açış ve sonsuz ormana koşuş nasip görünüyor. Bütün bunların ötesinde Skunk metal gibi sert, bıçak gibi keskin, yangın gibi yakıcı ve içerisinde bolca gördüğümüz ormanlar gibi de sonsuz bir film. Anlattığı hikayenin evrenselliği bir yana, karakteri anlattığı paralel kurguyla müthiş örtüşen senaryo matematiği sayesinde 2023’e dair diplerde kalmış bir hazine.

Diğer Yazılar: Deniz Kuş
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir