Sevgisiz

Çünkü Çok Kalabalığız

Thomas Hardy’nin “Adsız Sansız Jude” adlı romanından bir kesit. Ailesine yük olduğunu düşünen ufacık bir çocuğun yüreğinden bu kelimeler. Sonrasında ise yitip giden, farklı yerlere savrulan hayatlar. Loveless’ın bana ilk anımsattığı işte bu kitaptaki yaşananlar oldu. Sonrasında sevgisizlik ve hissizlik. Anneden oğula, babadan kıza giden bir döngü bu aslında. Tıpkı gelişim psikolojisindeki kuramlarla izah edileceği gibi. Sevgisiz büyümek zorunda kalan hiçbir çocuk normal biriymiş gibi davranamaz. Çocukluğunu kaybederken yetişkinliğini de kaybetmiş olur. Bu sadece insanlar için geçerli değil. Hiçbir canlı sevgisizliğe dayanamaz. Ne yavru bir köpek, ne de bir fidan… Sağlıklı büyümek sevgi ile gerçekleşir. Fakat pek tabii ki sevgisiz de yaşanabilir. Tıpkı, Loveless’daki, Rusya’nın soğuğunda, sıcak evlerinde kalburüstü bir hayat süren karakterlerimiz gibi. Ama her zaman yarım yaşar böyle insanlar. Sevildikleri kadar sevebilir, gördükleri kadar davranabilirler. Ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar hiçbir zaman tatmadıkları için sevgiye hiçbir zaman ulaşamazlar. Çocukluk biter, yaş ilerler. Sevgisizlik büyür, büyür, büyür. Katlanılmaz olur.

İnsan Ne İle Yaşar?

Akıllarda Tolstoy’un sorusu. “İnsan ne ile yaşar?” Ve anlamlı bir hikaye sonrası cevabı. İnsan sevgi ile yaşar.

“İnsanlar sadece kendilerini düşünerek var kalıyor gibi görünseler de, aslında onlara hayat veren tek şey sevgidir.”

Loveless, sevgi üzerine inşa edilmemiş yarım bir ailenin yıkılış sürecine bizleri götürüyor. Birbirlerini sevmeyen, başka insanlarda sevgiyi aramaya çoktan girişmiş bir çift ve arada kalmış, iki tarafın da istemediği bir çocuk. Filmin ilerleyen dakikalarında mazeretlerini görebileceğimiz ne anne ne de baba çocuğun velayetini almak istiyor. Sevgisizliğe daha fazla katlanamayan ve kendi hakkındaki tüm tartışmaları duyan çocuk da son noktayı kendi koyuyor. Evet çünkü çok kalabalığız.

Çocuğun evi terketmesiyle yaklaşık bir buçuk saatlik süre boyunca iki karakterimizi daha iyi tanıyoruz. Mazeretlerini dinliyoruz, geçmişlerine tanıklık ediyoruz. İzleyici karakterleri daha iyi tanımaya başlarken karakterler de kendilerini tanıyacakları bir serüvene çıkmış oluyorlar bu arayış sonucunda. Farklı kalplerde sevgi arayan karakterlerimiz bir yandan kayıp çocuklarını arıyor, diğer yandan ise en kuytularında yatan, kendilerine söylemeye bile cesaret edemedikleri düşüncelerle başa çıkmak zorunda kalıyorlar. Çünkü nihayetinde, en baştan bir hayat kurmak isteyen iki genç insanın işine gelecektir, onlara ayak bağı olacak bir çocuğun ortalıktan kaybolması. Gene de kendilerine itiraf edemedikleri tüm bu düşünceler bir yana, soluksuz bir arayışın içinde buluyoruz kendimizi ve bu arayış esnasında toplumun sadece en küçük kurumu olan aileyi değil aynı zamanda güvenlikten sorumlu bir kurumun ne denli yozlaştığını da alttan alta vermeyi ihmal etmiyor Andrey Zvyagintsev. Böylelikle Loveless, toplum adı verdiğimiz kitlenin her tabakasını irdeleyerek güçlü bir toplum eleştirisi sunuyor.

Bu duyguları en çok Lynne Ramsay’in We Need to Talk About Kevin adlı filminde hissetmiştim ama Loveless’da güçlü bir şekilde hissettiriyor. Kadın veyahut erkek her insan çocuk sahibi olmamalı. Malumunuz her insan ilk çocukluk dönemini iyi bir şekilde atlatamıyor ve sevgi görmeyen, azarlanan bireyler hem insanlara hem de kendine olan güvenini kaybederek çok farklı bir hayat sürmek zorunda kalabiliyor. Loveless’daki anne karakteri gibi. Hiçbir zaman annesinden sevgi görmemiş bir kadının, sevginin ne demek olduğunu bilmemesi ve çocuğunu da hiçbir zaman sevememesi belki de ona kızmamızı önlüyor. Fakat ilk düşünce hala geçerli. Her birey ebeveyn olmamalı.

Loveless iki saatlik süresi boyunca gizemini hiç kaybetmiyor. Çocuğu bulmak için girişilen seferberliğe siz de katılıyorsunuz. Fakat yönetmen film boyunca -sonu hariç- sert temaslardan kaçınmış. Bu yüzden soft bir şekilde ilerliyor film. Demek istediğim, filmde eksik olan şey, izleyicide büyük bir etki yaratması beklenen climax anının eksikliği. Bu da en büyük eksiklerinden biri şüphesiz.

Bu sene gerçekleşen Cannes ödüllerinde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Loveless’ın toplum için yaptığı eleştirileri düşünecek olursak takdiri hakeden birçok yanı var. Yılın en özel filmlerinden.

Diğer Yazılar: Metin Kaçar
Buh-Ning (Burning)
METAFORLARIN GÜCÜ ADINA Cannes ödülleri bir nevi sezonun iddialı filmleri hakkında ipucu...
Devamını Okuyun
Join the Conversation