Yönetmen Joshua Oppenheimer için ilk film olan Öldürme Eylemi hepimiz için terör içinde bir hayat kurmanın sonuçlarını gösteriyordu. Sessizliğin Bakışı ise bu gerçeklikte nasıl hayatta kalınır sorusunun cevabını arıyor. Bir kişi üzerinden gidip, onun geçmişiyle yüzleşmesini, onun gözlerinden bizim insanlığın geçmişiyle yüzleşmemizi sağlamak kolay olmasa gerek. Bu bakımdan yönetmen, çok ince bir çizgide yürüyor. Adi, abisini 1960’larda Endonezya’da komünist partiye karşı ordunun halkı kullanarak yaptığı insanlık dışı işkencelerle kaybetmiştir. Ve abisinin ölümünün detaylarını da ‘Öldürme Eylemi’nde yönetmen Joshua Oppenheimer’in ortaya serdikleri sayesinde öğrenir. İşte ikinci filmin ince çizgisi, adeta Araf’ta kalma mücadelesi buradan itibaren başlar. Manipulatif olarak, yapılanları kanlı bir şekilde ortaya sermek, herkesin belki izlerken hem fikir olduğu insanlık dışı muameleyi intikam duygularıyla Adi’nin üzerinden anlatmak yapılabilecek fakat izleyenler olarak bizim de kendimizi kandırabileceğimiz bir yol olurdu. Filmde amaç işkence yapanları ötekileştirip kendimizi masum çıkarmak değil, belki de o yüzden bu kadar gerçek bir his veriyor. Adi’nin de çoğu zaman yaptığı gibi, katillerle görüşmesini tetikleyen en büyük duygusu gibi merak ediyor insan. Neden yaptıklarını, pişman olup olmadıklarını, bu travmayı nasıl atlattıklarını, yaparken ne hissettiklerini, vs. Çoğu kişi pişman olmadığını söylüyor, bazıları konuşmak istemiyor, işkenceden hayatta kalanlar sessiz kalmak istiyor. Adi’nin ve abisi Ramli’nin babası oğlunun ölümünden sonra kör sağır ve dilsiz kalıyor adeta. Tüm bu sessizliğin içinde, travmayla, kayıplarla yüzleşmemek hem kolay hem de çok zor olan. Tam bu noktada filmden işkence edenlerden birinin repliğiyle tamamlayabiliriz belki; ‘Geçmişi sorun haline getirip durursanız, mutlaka tekrarlanır’.
İşkence eden ve işkence görenin hâlen aynı sokaklarda yürüdüğü, birbirlerinin kim olduğunu bilip görmezden geldikleri bir ortamda büyümek belki de büyük askeri darbelerden geçmiş, yakın zamanlarda gençleri işkencelerle öldürülmüş, şimdilerde ise çocukların kıyılara vurduğu bir ülkede yaşayan bizler için anlaması çok da zor olmayan bir durum. Belki de Endonezya’da yaşanan bu kıyıma dikkat çekerek yönetmen, her toplumun içinde yaşattığı ve yaşatmakta olduğu travmalara, sessizliğe, bu sessizliğe bakışa, sessizliğin bozulma ihtimalinde yaşanabilecek duygusal türbülansa dikkat çekmek istemiştir. Yas tutmak kolay değildir, böyle bir travmanın ve kaybın yasını tutmak da kolay olmayacaktır fakat Adi sanki bir yol buluyor ve filmde bunu onların daha iyi görmesini sağlayacak gözlükler yaparak ve satarak yapıyor. Sanki fiziksel olarak bakışlarını netleştirmek isterken psikolojik boyutta da bunu arzuluyor. Ya da daha derinde, bakışlarının ne ölçüde ‘bozuk’ olduğunu anlamak istiyor ve katillere de anlaması için olanak sunuyor. Filmdeki en önemli noktalardan bir tanesi, çoğunluğun bu durumda kendilerini suçlu bulmamaları… ‘Emir verildi, devleti korumak için biz de yaptık’ diyorlar. Korumak için, ötekileştirmek ve kendi haklarını savunan insanları yok etmek… Eğer bir ülkede, filmde halen ülkenin yönetiminde olan işkence yapanlardan birinin dediği gibi, ‘Siyaset, birinin ideallerine ulaşma çabası’ndan ibaretse, emir komuta zinciri yaratılacak ve o bir kişinin gözünden bakılmaya mahkum kalınacak, Endonezya’da olduğu gibi bu bakışa karşı çıkanlar en yoğun işkencelerle cezalandırılacaktır.
2014 Venedik Film Festivali Jüri Büyük Ödüllü “The Look of Silence” / “Sessizliğin Bakışı”, 2015 !f İstanbul Film Festivali’nde ilk kez Türkiye’de izleyiciyle buluştu. Birçok festivalde birçok ödüle layık görülen film, 11 Eylül 2015’te vizyona girecek.
İçimizdeki şeytanlarla buluşmak isteyenler için kayda değer bir derinliği olan, sözcüklerin ötesinde bir belgesel-film.
İyi seyirler…