Fil

Dünya öyle hızlı haraket ediyor ki başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmaya bile vaktimiz yokmuşçasına nefes alıp vermeye devam ediyoruz. Hayat hızlı ve akışkan yapısı ile damarlarımıza nüfuz ederken kalbimiz tekleyene kadar yola devam ettiğimiz bir mücadelenin içinde savaşıyoruz hep. Kalbimizin sesini ne zaman dinliyoruz ki? İçimizdeki sesler, dışarıdakilere karışmaya başladıkça anlıyoruz kendimizi. Hiç bitmeyen bir anlama mücadelesi… Bu maceranın başladığı zaman, tüm duyguların en saf ve çıplak haliyle kucaklıyor hepimizi. Öfke, nefret, aşk, şiddet, cinsellik, endişe, korku, mutluluk… Tüm duygular kendi iç sesimizde harmanlanıyor. Havanın olmadığı bir yerde sesin hiç yayılamayacağını bilmeden haykırıyoruz bazen.

Hemingway’in altı kelimelik hikayesi gibi Gus Van Sant, yaşanmış bir olayı bir günlük zaman diliminde ve birden fazla kişinin gözünden filme alarak kısa ama çok anlamlı bir hikaye ile bizleri başbaşa bırakıyor. 20 Nisan 1999’da ABD’de Eric ve Dlan adlı iki öğrencinin gerçekleştirdiği 13 kişinin ölümüyle sonuçlaran Columbine Lisesi Katliamı’nı yönetmen Gus Van Sant’ın bakış açısından izliyoruz. Şiddetin arttığı ve silahlanmanın kolaylaştığı dünyanın toplumsal gerçeklerinden biri de okul katliamları. Elephant filmi yaşanan bu olayı analiz edip bir sonuca vardırma düşüncesinin aksine hikaye örgüsü ile o anı farklı açılardan yaşatıp bu sürece tanıklık etmemizi istiyor.

Sarhoş babasının okula bırakmaya çalıştığı John, fotoğraf makinesi ile bütünleşen ve anı kaydeden Elias, okulun popüler çoçuğu Nathan ve kız arkadaşı Carrie, gay-heteroseksüel toplantılarına katılan hassas kız Acadia, herkesin hikayesinin bir köşesinde var olan ama insanların görmezden gelmek istediği çalışkan ve sessiz kız Michelle, okulun popüler kız tipleri Nicole, Jordan ve Brittany, kendi içinde sorunlar yaşayan Alex ve yakın arkadaşı Erik…

Tüm karakterlerin siyah bir fonda ismi belirdikten sonra çarpışan hikayeleri ile o gün yaşananlara farklı açılardan tanıklık ediyoruz. Beethoven’ın Ay Işığı sonatının ezgileri ile uzun sekanslarda yüreyen karakterlerin derin kişilik analizlerine girmeden kendi çıkarımlarımızla onları tahlil etmemiz için teşvik eden uzun sahneler. Okul koridorlarında, kütüphanede, parkta, bahçede aynı gökyüzünün altında uzunca yürüyen karakterler. Yönetmen Gus Van Sant geçişlerle birlikte hikayeyi paralel kurgulayarak bizlere farklı duygular tattırıyor.

Elephant filminin şiddeti saf bir biçimde kanla sulandırarak gözümüze sokmak gibi bir niyeti de yok. Kafalarındaki planı gerçekleştirecek olan Alex ve Eric’in tüm hazırlıklarını tamamlayıp evden okula doğru yol alışına kadar doğal devam eden sıradan bir gün herkes için çok daha farklı bir güne dönüşüyor. Alex’in Bethoven’dan Für Elise’yi çalışı, Eric’in anlamsızca karşısına çıkan insanları öldürdüğü bilgisayar oyunu, beraber izledikleri Hitler belgeseli… Ülkemizde Beethoven’ın Für Elise’inin okul zili olarak kullanılıyor olması da garip bir ironi olsa gerek.

Bu olayların gelişmesinde etkili olan sebepleri derinlemesine irdelemek yerine kolay bir hedef seçmekte insanlar gecikmemiş ve bir sebep bulmuşlar. Video oyunları, heavy metal, şiddet, öfke, silahlar, uyuşturucu, katliamı gerçekleştiren çoçukların dinledikleri Marilyn Manson gibi. Marilyn Manson Micheal Moore’un Bowling for Columbine adlı belgesel filminde kendisine sormuş olduğu “Eğer Columbine’deki çoçuklar ve yetişkinler ile konuşabilseydin onlara ne söylemek isterdin?” sorusuna “Hiçbir şey söylemezdim kimsenin yapmadığını yapar ve onları dinlerdim” yanıtını vermiştir.

2003 Cannes Film Festivali’nden ödülle dönen Elephant filmi şiddet olaylarına, okul katliamlarına bir çözüm getirmek gibi bir iddiası olmadan yaşananları herkesin kendi yorumuna bırakıyor. Gökyüzünde akıp giden bulutlar dünyanın hızı ile dönmeye devam ederken sadece başımızı biraz yukarı kaldırmamız yeterli belki de.

Diğer Yazılar: Emre Yılmaz
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir