Bulantı

Yönetmenliğini ve oyunculuğunu Zeki Demirkubuz’un üstlendiği 2015 yapımı ‘Bulantı’, 2 Ekim’de vizyonda olacak. Kendisinin 10. filmi olma özelliğini taşıyan filmde, yönetmen, eşi ve çocuğuyla birlikte rol alıyor. Filmin ismi bize Jean-Paul Sartre’ın ünlü romanını hatırlatsa da içerik olarak, yönetmenin de dediği gibi, farklı bir hikâye anlatıyor.

Film, Elif’in (eşi) bir kayıp yaşadığı ortada olan birinin ifadesiyle çocuğunun eşyalarını toplama sahnesi ile başlıyor. Ana karakter olacağını tahmin dahi etmediğimiz Neriman’ı (apartman görevlisi) çağırıyor Elif, perdede yansımalar burada başlıyor. Sahnenin yarısında Elif, diğer yarısında belli belirsiz yansımasıyla Neriman. Sonraki sahnede, Elif balkonda, yanında yansımasıyla Ahmet (Zeki Demirkubuz). Sanki en baştan belli, bu üç kişinin birbirlerinin farklı parçaları, aynı bedende farklı yansımaların uzantısı oldukları ya da Ahmet’in sonralarda göreceğimiz bölünmüş benliğinin parçaları olduğu.

Ahmet ilk kaybını filmin başında veriyor, eşi ve çocuğu ‘onlardan sıkıldığı için’ gitmelerini seyrettiği gece ölüyor. Ahmet’in dokunulamayan adeta robotumsu benliği tüm film boyunca gözlerimizin önünden geçiyor. Bu kayıplar öyle hissedilmiyor ki insan, eşi ve çocuğu herhalde öldü diyebiliyor. Bir sonraki andaki görüntü ancak bir önceki anda ne olmuş olabileceğini veriyor, belki de vermiyor.

Yönetmen trajikomik hissizlik halini güzel yansıtmış. Bazı sahnelerde gülmekten alıkoyamıyor insan kendini. Belki de yapay geliyor, sahte geliyor, bu çocuksu sahteliğe insan gülmeden edemiyor. ‘Nasıl hem bu kadar korkak hem de bu kadar acımasız olabildiği anlaşılamayan’ Ahmet, film boyunca sürükleniyor. Sartre’ın roman karakterinin ‘yapay bir utanç, mektubu yeniden okumaktan alıkoyuyor beni…’ cümlesinde hissinin aitsizliğini vurgulaması gibi Ahmet de cümlelerinde ya da kadınlar tarafından O’na istinaden kurulan cümlelerde aitsizliğini vurguluyor. Yani, Ahmet ne korkak ne de acımasız… Bu kadar yoğun bir duygu yaşayamayacak kadar görünmez! Hayatında görmediği başkaları kadar görünmez. Öyle ki, bütün duygular Ahmet yerine başkaları tarafından hissedilmek durumunda… Utanç, aşağılanma, kibir, haset ve hüzün sanki Ahmet yerine başkaları tarafından hissediliyor. O’nun yerine olduğu için de belki tüm duygular yapay kalıyor.

Filmin başlarında bir konuşmada, Ahmet ve sevgilisi arabadalar, sevgilisi, hikâyelerine inanmadığı bir kişi hakkında konuşuyor ve Ahmet’e soruyor; ‘Sence?’. Ahmet, ‘Hepsi gerçek, sadece kendi başına gelmiş olmasını söylemiyor.’ diyor. Sonra şöyle diyor; ‘Nasıl söylesin kendi başına geldiğini? Onca trajik durumun kendi başına geldiğini söyleyip karşı tarafın inanmasını beklemek daha zor olmaz mıydı? Başkalarının başına gelmiş gibi anlatmak daha kolay!’ . Bu noktada sözü Sartre’a vermek lazım.

‘Hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi: Sonunda başımdan bir serüven geçiyor, kendimi sorguya çekince, kendimin kendim olmaklığımın ve burada bulunmaklığımın başından geçtiğini görüyorum. Geceyi yarıp geçen ben’im. Bir roman kahramanı gibi mutluyum’.

Sözü daha fazla uzatmayacağım. İzlenilmesi gereken bir film olsa da, birçok açıdan yapay ve yavan kalmış bir film ‘Bulantı’. Artık, sahnelerde görmekten sıkıldığımız ‘çok kadınlı ıssız adam’dan çok da çıkamamış Ahmet karakteri. Toplum tarafından kadınlara biçilen anaçlık ve erkeklere biçilen çocukluk rolü yine perdede yerini bulmuş. Toplumsal boyutu üzerinden çok fazla söylenecek söz var, kadınlık ve erkeklik rolleri üzerinden değerlendirilebilir bu film. Ben bu yazımda bu boyuta girmeyeceğim.

Yönetmen her ne kadar farklı olduğunu söylese de, bulantı romanından esinlendiği aşikâr ama bulantı ismi bu film için çok yüklü. Boşluk falan olabilirdi belki bilemiyorum. Esinlenmenin yanı sıra, bir odada duvarda görülen Egon Schiele tablosu, bizi kitabın kapağına götürüyor ister istemez. Fakat Ahmet karakteri ile Roquentin karakteri o kadar farklı derinliklerde ki, iki hikayenin farklı olduğuna inansak belki daha iyi olacak.

İyi seyirler…

Diğer Yazılar: Tuğba Kocaefe
Join the Conversation

1 Comment

  1. says: ahmet

    zeki demirkubuz masumiyet filmi dışında çöp bir yönetmendir, bilhassa yer altı filmiyle gözümde bitmiştir, yer altından notlar kitabının bir sinema filmine uyarlanamayacağını kestiremeyecek kadar bu işten anlamayan bir adamdır.

Yorum bırakın
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir