SARDUNYA

İnanç, doğru, yanlış, iyilik ve kötülük kavramlarının çok başarılı bir şekilde aktarıldığını düşündüğüm Sardunya filmi, uzun süredir nitelikli film arayışımı karşılayan bir yapım oldu. Çağıl Bocut’un ilk uzun metraj filmi olan Sardunya, aile kavramını derinlemesine işleyişiyle seyircisine, oldukça tatmin edici bir film seyri sunuyor. 40. İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’nü Sardunya, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü ise başroldeki İlayda Elif Elhih’in kazanması hiç de tesadüf değil. Filmin konusu, İstanbul’da yaşayan on dokuz yaşındaki üniversite öğrencisi Defne’nin, babasının beyin kanaması geçirdiğini öğrenerek Urla’ya gelişine ve gelişiyle birlikte değiştirdiği dinamiklere odaklanıyor.

 Film boyunca kendime sorduğum onlarca sorudan biri şu oldu, ‘‘İnsan, kurumuş bir bitkiden umudunu ne zaman keser?’’ Yanıt üzerine çok uzun süre düşünmek gerekir belki. Tıpkı yönetmenin bizden istediği gibi. Çünkü bu filmin hissettirdikleri çok gerçek. Çünkü üzerine düşünmek zorunda olduğumuz değer kavramlarından söz ediyor. Elli küsur yaşındaki bir kadına, kanser olduğunu söylemek mi doğru olan söylememek mi? Bunu hızlıca düşündüğümüzde kendimizce bir yanıt bulabiliriz. Fakat burada yönetmenin söylediği bana göre, mevcut durumları iyi analiz etmek üzerine. Zaten iki aydan az ömrü kalan birine ondan umudunu keserek, kendisini odaya kapatacağını bile bile ona doğruyu vermek mi ‘’doğru’’ olan? Halanın kendisini ülser zannederek hayata tutunma çabasını Defne bir cümlesiyle yıkıyor. Bu durumda da Defne, öyle ya da böyle hayatlarını onsuz süren ailesinin yanına geldiğinde bir şeylerin tamamen değişmesine neden oluyor. Halasının durumunu öğrendiğinde ‘‘Koruyucu melek, bilge, her şeyi gören insan’’ olarak tanımlıyor kendisini. Kendisine göre doğruları var. O kadar kesin inançlı ki bu düşüncelerinin hayatlarını nasıl bir çıkmaza sokacağının da farkında değil.

Sardunya (2020)

Bu yönleriyle film, iki duyguyu sırasıyla yaşattı bana. Önce Defne’den nefret ettim, ardından onu anlamaya çalıştım. Bu tür duygu geçişlerini göz önünde bulundurduğumda bir ilk uzun metraj filme göre katmanların çok başarılı şekilde kullanıldığını düşünüyorum.

Bence bu filmin cümlesi: Doğru karar alacağına inanmakla, inandığın şeyin doğru ya da yanlış olamayacağıyla yüzleşmek. Böylece Defne’nin sırtına bir taş daha ekleniyor. Köpeği de halasını da öldüren Defne! İnsan, bir başka canlının hayatı üzerinde ne de çabuk eyleme geçme hakkı görüyor! Köpek çok kusuyor, acı çekiyor, uyutalım! Halam çok hasta, zaten ölecek ona doğruyu söyleyeyim çünkü doğruyu söylemem gerekiyor? Tüm bu kesin inançlı düşünceler, insanın tuhaf yapısının temelini oluşturuyor bana göre. Üzerine düşünmekte olduğum bu tarz fikirleri, bir filmde görmüş olmaktan memnunum.

İnsan durmuyor, duramıyor, sakince köşesinde oturamıyor. Susmuyor, dinlemiyor, sürekli hata yapıyor!

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir