ÇAĞIL BOCUT – SARDUNYA FİLM RÖPORTAJI

Çağıl Bocut - Sardunya Filmi Kamera Arkası

Röportaj: Furkan Aşkın

ÇÜNKÜ KRİZ ANLARINDA KARAKTERLERİN EN GERÇEK TABİATLARINA TANIK OLUYORUZ. BU UNSURLARLA HİKAYEMİ RADİKALLEŞTİREREK GENÇ-YAŞLI, OLGUN-TOY, ÖLÜM-YAŞAM ÇATIŞMALARINI DAHA BELİRGİN İŞLEMEYİ AMAÇLADIM.

Öncelikle vizyon tercihinizle başlamak gerekirse artık yeni birçok filmi sinema gösterimleri yerine çeşitli dijital platformlarda izliyoruz. Elbette yönetmen ve yapımcıları buna iten de çok fazla sorun var. Sizin tercih sebebinizdeki önceliği merak ediyorum. Bu tercihinizin ya da zorunluluğunuzun geri dönüşleri nasıl oldu?

Aslında ben dahil pek çok yönetmenin hayali, filmini büyük perdede izlemek olabilir. Biz kısa bir süre için de olsa bunu tattık ancak pandemi koşulları seyircilerin alışkanlıklarını değiştiriyor. Diğer taraftan dijital platformlarda eskiden olmadığı kadar çok sinema filmleri izleniyor ve özellikle Mubi’de açılışımızı yaptığımız için mutluyuz. Heyecanımızın platform tarafından samimi bir şekilde paylaşıldığına inanıyorum. Filmimiz, 2-3 hafta gibi kısa bir süre içerisinde on binlerce izleyici ile buluştu ve çok fazla olumlu geri bildirim aldık.

Filme girecek olursak, Sardunya bize bir baba kız ilişkisini merkeze alıp; sosyal sınıf, vicdan ve sorumluluk gibi meselelere de değinen bir film. Bu hikayede kişisel diyebileceğimiz noktalar var mı? Özellikle bir baba kız ilişkisine mercek tutarken erkek bir yönetmen olarak incelik gösterdiğiniz unsurlar var mıydı?

Ben de filmin öyküsüne benzer bir şekilde ailemin birçok ferdinin aynı anda ciddi rahatsızlıklar geçirdiği zorlu bir dönem yaşamıştım. Bu dönem, baba-evlat arasındaki kuşak çatışması ve ölüme karşı takındığımız tavır hakkında sorular oluşturmama neden oldu. Babanın hastalandığı, ailedeki gücün babadan evladına devrine neden olan üstü kapalı bir geçiş ayini olarak yorumladığım bir hikâye kurmak istedim. Aslında hikâye önceleri bir baba-oğul ekseni üzerinde ilerliyordu. Ancak bir şekilde karakterlere ve baba-oğul arasındaki diyaloglara pek ısınamıyordum. Konuştukları ilgimi çekmiyor ve içimden bir baba-oğul hikâyesi daha anlatmak geçmiyordu. Hem daha özgün olacağını düşündüğüm, hem de içimdeki feminen tarafı daha çok keşfetmek istediğim için hikâyeyi baba-kız ekseni üzerine kurmaya karar verdim. Bu dönüşüm sürecinde kadın senaryo danışmanları ve başrolde oynayan İlayda Elif Elhih’e çok danıştım. Çünkü baba-oğul ve baba-kız dinamikleri farklı oluyor gerçekten.

Filmde, merak ve karakterlerin dönüşümü gibi durumları bir polisiye müdahale ile beraber izlemeye başlıyoruz. Ama bu tip hikayelerde bunun tonu ya da yoğunluğu çok önemli oluyor. Dramatik bir unsurdan pür gerilim unsuruna dönüşebilecek bir detay. Sizde ise biz bunu karakterlerin farklı yanlarını da okuyabildiğimiz bir detay halinde görüyoruz.  Bunu kurarken özen gösterdiğiniz detaylar var mıydı?

Dediğiniz gibi polisiye elementler aile içi çatışmaları, baba ve kızın ilişkisini daha görünür kılmayı sağlayan bir araçtı sadece. Çünkü kriz anlarında karakterlerin en gerçek tabiatlarına tanık oluyoruz. Bu unsurlarla hikayemi radikalleştirerek genç-yaşlı, olgun-toy, ölüm-yaşam çatışmalarını daha belirgin işlemeyi amaçladım.

Başka bir denge unsurundan bahsedecek olursak, filmde Mari karakterinin konumlandığı yer ana izleğe yardımcı olan bir yan hikaye olarak karşımıza çıkıyor. Mari karakterinin ülkemizde temsil ettiği bazı değerler var. Hatta bazı yerel özelliklerini dışarıda bıraktığımızda konumlandığı yer daha evrensel bir boyutta. Bu karakter, filmde kendi sorunlarını bir baba kız ilişkisi üzerinden bizlere izlettiriyor. Bunu yazarken bu sorunların ya da karakterin hikayede daha fazla ön plana çıkma olasılığı da mevcut. Fakat kurarken buna özen gösterdiğinizi hissettim. Burada dikkat ettiğiniz şeyler nelerdi?

Mari karakteri üzerinden göçmen sorununu yorumlamak istemedim açıkçası. Sınıf okuması haricinde ailenin dışından olma, aileye yabancı olma halini özellikle yabancı uyruklu bir çalışan üzerinden anlatmak istedim. Aileler kritik anlarda tehlikeli mekanizmalara dönüşebiliyor ve ailenin dışından olanlara karşı tuhaf savunma refleksleri gösterebiliyor. Yıllarca yanlarında çalışmış birisi bile hızlıca bir tehdit ya da gözden çıkarılacak bir nesneye dönüşebiliyor.

Filmin isim tercihine değinmek ister misiniz? Sembolik bir anlatımı da mevcut. Film ilk taslağından itibaren hep Sardunya ismini mi taşıyordu.

Evet. Sardunya güzel bir Akdeniz bitkisi, ondan tercih ettim diyebilirim 🙂 Sembolik anlatımının çağrıştırdıklarını seyirciye bırakmayı tercih ediyorum.

Baba karakterini filmde ağırlığını epey hissettiğimiz bir aile reisi ya da iktidar sembolü şeklinde görüyoruz.  Kendinden oldukça emin ve kendi doğrularına inanan, bunları da dayatan bir karakter. Genellikle bu tip babalar ve çocukları üzerinden bir okuma geliştirildiğinde psikiyatri terminolojisinin de ağına girmiş oluyoruz. Fakat ben bir sanatçının hikayesini anlatırken bu terminolojik ağların içerisinde çok fazla gezindiğinde hikayelere sinebilecek bir yapaylık olabileceği endişesi de taşıyorum. Kavramsal olan bu dünya hikayeleri mekanikleştirmeye de sebep olabililiyor. Bir yönetmen olarak siz bu dünyayı kurarken kavramsal olan bu terminolojiden ne kadar beslendiniz ya da beslendiniz mi?  Hatta bu soruya ek olarak bir sanatçının sosyal bilimlerle olan ilişkisi ne yönde olmalı ya da ne kadar önemli?

Güzel bir soru gerçekten. Doktoradaki hocalarım hikâye anlatımında entellektüalizasyonun tehlikeli olduğundan bahsederlerdi. Ben de buna katılıyorum. Baba-evlat kavramına sadece psikanalittik bir bakış açısıyla yaklaştığınızda filmde yaratmak istediğiniz temel bir duyguyla aranıza mesafe koyma ihtimaliniz yüksek olabiliyor. Ancak bu konunun uzmanlarına danışmayacağınız anlamına da gelmiyor tabi. Ben tercihen önce duygu sürekliliğine dikkat ederek yazmaya çalışıyorum. Zaten yazarın bilinçdışı istese de istemese de metni etkiliyor. Hali hazırda otobiyografik öğeler taşıdığı için çok kavramsal taraftan yaklaşarak da yazmadım. Ama bir süre sonra profesyonellere danıştığım yerler oldu. İkinci sorunuza gelirsek, ben sanatçının sosyal bilimlerle ilişkisinin onun metinlerinin derinliğini arttırabileceğine inanıyorum. Ama işini tutkuyla yapmanın da bilgi birikimi kadar önemli olduğunu düşünüyorum.

Son olarak oyuncu tercihlerine değinecek olursak. Bu süreç nasıl ilerledi?  Özellikle İlayda Elif Elhih ilk filmiyle İstanbul Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandı. Bu konudaki hissiyatınız nelerdi?

Filmde çalıştığım bütün oyuncular, gerçekten çalışması çok keyifli, yaratıcı ve seyir zevki yüksek oyuncular. Ali Seçkiner Alıcı zaten oldukça tecrübeli ve yıllarını sanata vermiş bir isim. Başrol içinse henüz tanınmamış bir sima ile çalışmayı tercih ettim. Çünkü seyircinin zihninde oyuncunun bir önceki rolüne ait kodlar canlanıyor. Bunun için üniversitelerin tiyatro bölümlerinin derslerine girdim. İlayda’yı gördüğümde ve tanıdığımda onunla çalışmak konusunda hemen hemen emin gibiydim. İyi ki de öyle olmuş, güzel bir çekim süreci geçirdiğimize inanıyorum.

Diğer Yazılar: FikriSinema
34. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ BAŞLADI
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından on birinci kez AKBANK sponsorluğunda gerçekleştirilen...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir