Neden Tarkovski Olamıyorum

Suyun içinde gömülmüş, çürüyen parçaların yanında ‘duran’ bir adam, onun kim olduğunu öğrenmek istercesine meraklı koşan bir köpek… Rüya olduğunu anladığımız sahne Tarkovski’nin ‘Stalker’ filmine bir gönderme… Filmde birçok atıfta bulunulduğunu hatırlarsak, bu sahne aslında belki de en anlamlısı…

Bir film izlerken insan çoğu zaman kendini bir başkasının rüyasını izliyormuş gibi hisseder. Yönetmenin rüyasını, senaristin belki bilemiyorum. Ama ortaklaşa görülmüş bu rüyaya dâhil olursunuz, film sizi buna davet eder. Eğer bu rüya yine bir rüyayla başlıyorsa bazen daha derinlere iter sizi, bazen de bu filmde olduğu gibi yüzeye çıkarır. Rüyadan uyandığı anda karşısında Tarkovski posteri gören Bahadır’ın yaşadığı iç sıkıntısını yaşatır size.

İlk sahnede uyandık rüyadan… Yönetmen bizi kendi rüyasına davet etmedi, bir idealin rüyasına davet etti. Belki de bunu bilerek yaptı. Filmin başlığından da açıkça anlayabileceğimiz kadarıyla, olamadığının üzerine yazılmış bir senaryoda ilk sahnenin bir idealin rüyası olması rastlantı değil. Tutturulmuş da düşecekmiş gibi duruyor, içsel değil, ait değil belki ilerleyen sahnelerde Bahadır’ın en çok hayal kırıklığına uğradığı yorumu yapan Hasan Abi’nin de dediği gibi ‘içten ve samimi’ değil. Film boyunca Bahadır’ın yaşantısında şahit olduğumuz da bu belki… Bahadır’ın baktığı Tarkovski sözü ‘İlkelerine bir kez ihanet eden insan hayatla olan saf ilişkisini yitirir.’…

‘Etkin olabilmek’, bir kişi için dürtüleri ve davranışlarıyla ilgili sorumlulukları alabilmek, kayıplarla yüzleşebilmek ve bedellerini ödeyebilmektir. Bahadır, etkin olma kapasitesine sahip bir karakter değil. Elinde kendiliğinin (belki de kendilik idealinin demek daha doğru olur) parçası olan senaryosuyla oradan oraya sürükleniyor. İçeridekini sağlıklı bir şekilde dönüştürüp dışarı vurabilmenin, tercihler yapabilmenin, öfkeyi dillendirebilmenin hatta tüm ‘sözü’ diriltmenin kapasitesinin görülmediği Bahadır karakteri, ancak olamayacağı idealle hayata tutunabiliyor gibi… Tarkovski olamadığı için yapamıyor kendi gözünde. Şunu düşünüyor insan, Bahadır’ın idealize edebilecek, bu ihtiyacını giderebilecek kimsesi olmadı mı acaba? Hepimizin zaman zaman yol göstericilere, ideallere ihtiyacı oldu, olur. Etrafında 10 senedir inşaatı bitiremeyen bir babaya, hep aynı fotoğrafı çeken bir abiye ve tek başına yaşamayacağını söyleyen bir anneye sahip olan biri kimi idealize edecektir? Rüyasında inşaatın tepesinden bakarken gördüğü kendi ile babasının tek farkı onun tepede babasının aşağıda olmasıdır ama ikisi de bitmeyen bir inşaatın içindedirler. Tepeden bakmanın hiçbir getirisi yoktur… ‘Sanat’ filmleri çekmek isteyen Bahadır’ın da arkadaşlarından ya da belki diğer yönetmenlerden bir farkı yoktur, inşaatın aşağısında görür onları ama neticede aynı bitmeyen inşaattadırlar…

Rüya içinde senaryo, senaryo içinde rüya ile baş başa bırakan ‘olamama’ hikâyesi anlatıyor ‘Neden Tarkovski olamıyorum…’. Belki, ‘Andrei Rubley’de Tarkovski’nin anlatmak istediği, insanlığın en acı ıstırabı olan gerçeklik ile idealin arasındaki boşluk, Murat Düzgünoğlu tarafından, Bahadır dolayısıyla anlatılmak istenmiştir. Fakat ‘tutturulmuşluk’ hissinin ötesine geçememesi bilinerek yapılan bir şey mi yoksa yönetmenin rüyası da mı buydu bilinmez…

21. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney Ödülü’nü ve FİLM- YÖN En İyi Yönetmen Ödülü’nü, 2014 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ise En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü alan ‘Neden Tarkovski Olamıyorum…’ filmi, oyunculuklar ve üzerimize tutturulan ve çiğ kalan her şeyin güzel bir anlatımı… İzlenmeye değer.

İyi seyirler…

Diğer Yazılar: Tuğba Kocaefe
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir