Alman yönetmen Julian Rosefeldt’in ilk uzun metrajlı filmi olan Manifesto, çeşitli yaşam tarzlarından gelen 13 farklı karakter aracılığıyla sanata, sanatçıya ve topluma yönelik şu ana kadar söylenmiş tüm söylem ve manifestoları kendi içinde toplamış kolektif bir film. Öncesinde deneysel videolar olarak düşünülen Manifesto, Cate Blanchett-Julian Rosefeldt ortaklığıyla uzun metrajlı bir projeye evrilmiş ve nihayetinde deneysel bir film olarak seyirciyle buluştu.
Manifesto, sabit bir sanat görüşüne bağlı kalmadan geçmişte söylenmiş ve birbirine dahi zıt olan birçok görüşü bünyesinde barındırarak yeni bir sanat sesi yaratmaya çalışan cesur bir film. 13 farklı insan ve hikayeyle her sanat görüşüne yer vermeye çalışan film, Platon’dan neoklasiklere, romantiklerden modernistlere hatta Komünist Manifesto’dan Dogma 95’e kadar uzanan tehlikeli bir beyin fırtınası yaratmış. Tehlikeli çünkü birbirine zıt olan sanatsal görüşlere yer verildiğinden, Cate Blanchett’in canlandırdığı 13 farklı karakterin hikayesi birleştiği zaman anlamlı bir tablonun ortaya çıkması mümkün olmuyor. Bu yönüyle yönetmen Rosefeldt, tamamıyla objektif kalarak, tek ortak yanı sanat olan bu görüşlerden herhangi birini destekleme işini izleyiciye bırakmış. Tüm bunların yanında bir de her biri belirgin çizgilerle ayrılmış 13 farklı hikayemiz var. Bir haber sunucusu, yoksul bir evsiz, sınıf öğretmeni ve bir işçi gibi farklı alt kültürlere sahip hikayeler karşımıza çıkıyor ve bu hikayelerdeki karakterler ile tüm sanatsal söylemleri bir monolog şeklinde duyuyoruz.
Gerçek sanat, gücünü ilahi bir ilhamdan alan ve insanlara gerçeğin gölgesini gösteren bir araç mıdır, yoksa geçmişte deneyimlenmiş tüm teknikleri kullanarak güçlü bir taklit mi ortaya koymaktır? Belki de her şey bir yana, kural tanımayan, basmakalıp tüm değerleri göz ardı edip sıradışı bir yapıt ortaya koymaktır. Ya da gücünü tamamıyla teknolojiden alır gerçek sanat. Manifesto boyunca sanat adına söylenmiş bu düşünceleri işitiyoruz karakterlerimizle. Tabii tüm bu görüşlere hiçbir estetik değer olmadan maruz kalmak izleyici için sıkıntı olabileceğinden, karakterlerin yaşamları ve bulundukları ortam göz alıcı görüntülerle veriliyor. Yani hem fikirsel açıdan hem de görüntü bazında bir doygunluk yaratıyor Manifesto.
13 farklı karakter ve tipleme dedik. Evet, bunların hepsinin tek ortak yanı Cate Blanchett. Öyle kusursuz bir performans sergilemiş ki ekrandan gözünü alamıyor insan. Tiplemelere kattığı canlılık, fikirlere uyumlu ses tonuyla harika bir oyuncu olduğunu Manifesto’nun her dakikasında kanıtlıyor. Ancak Manifesto bir performans filmi gibi gözükse de içine girdiğinizde olayın sadece Blanchett olmadığını görmek mümkün. Sahneler, fikirler ve yönetmenin filme kattığı sıradışılık filmin bir aktör için çekilmediğini gösteriyor.
Özetle Manifesto, sanatın basit bir tanımla açıklanamayacağını, çeşitli akımlarla sınırsız formlara bürünebileceğini göstererek yeni bir sanat sesi yaratıyor. Sahne seçimleri, karakterler ve sinematografik olarak da zengin bir yanı olunca leziz bir film ortaya çıkıyor. Ucundan bile olsa sanatla ilgilenen herkesin mutlaka deneyimlemesi gereken bir film.