KUZEYLİ

TESTOSTERONUN ZİRVE YAPTIĞI, SENARYOSUZ, KURGUSUZ İNTİKAM ÖYKÜSÜ

THE NORTHMAN ÖNCESİ ROBERT EGGERS SİNEMASI: 2015 – 2019

Kanadalı genç yönetmen Robert Eggers, 2015’te The Witch (Cadı) ile sinema dünyasına adım attığında hiç kuşkusuz kimse yeni bir genç auteur ile karşılaşacağının farkında değildi. 16. Yüzyıl İngiltere’sinde engizisyon etkisinden çıkamamış katı Katolik bir ailenin sıradan yaşamlarına musallat olan kimliksiz varlık gün geçtikçe ailenin iki çocuğunu kaçırıyor ve ardından da aile tarafından hep suçlanan, şeytan ilan edilen ablaları Thomasin’in gelişimini tamamlayarak ipleri eline almasıyla film sonlanıyordu.

Filmin hiç kuşkusuz en büyük özelliği, herhangi bir yaratık göstermeyip neredeyse hiçbir şey vermemiş olmasına karşın müthiş bir tekinsizlikle sürekli seyirciyi bir kötülüğe hazırlamasıydı. Filmin başından sonuna dek pik noktada seyreden tekinsizliğe eşlik eden ürkünç havaya bir de özellikle seçilmiş olan, siyah beyaza çok yakın, gri beyazımsı renk paleti de filmin gücünün kat be kat artmasına neden oluyordu. Folklorik korkuya yepyeni bir soluk getiren Robert Eggers’ın The Witch’i yeni bir auteur yönetmenin doğuşunun habercisi olmakla birlikte günümüzde kariyerinin zirve dönemini geçiren genç Anya Taylor-Joy ile de tanışmamızı sağlamıştı.

Eggers 4 sene sonra 2019’da ise daha ikinci filmi olmasına rağmen The Lighthouse ile gerçek anlamda kişisel başyapıtını sinemaya armağan ederek herkesi şaşırtıyordu. Kendi sinema dilini bu denli hızlı oturtan bir yönetmen kuşkusuz ki uzun zamandır görülmemişti.

Thomas Howard ile Thomas Wake’in koruyup nöbet tutmakla görevlendirildikleri karanlık ve tekinsiz bir deniz fenerinde gün geçtikçe kafayı yiyerek birbirlerine karşı eril bir iktidar mücadelesine girişmelerini anlatan The Lighthouse, beklenmedik bir şekilde, özellikle eleştirmenler tarafından, çok büyük beğeniyle karşılandı. Filmin ileride 21. Yüzyılın başyapıtı olacağına dair konuşulmaya şimdiden başlandı. Freudyen homoseksüel yakınlaşmalar, din, Yunan mitolojisi, erkeklik, iktidar, yalnızlık ve bastırılmış cinsellik gibi birçok konuyu kusursuzca harmanlayan The Lighthouse şimdilik Robert Eggers’ın kariyer zirvesi olarak görülüyor. Eggers’ın dışında Robert Pattinson & Willem Dafoe’nin de karşılıklı inanılmaz performansları filmin en büyük artılarından biri.

Yazının bu noktasına kadar Robert Eggers’ın erken kariyerine değinmiş olduk. Buradan itibaren ise yönetmenin son filmi The Northman’i inceleyeceğiz. The Lighthouse’un ardından Eggers, içinde bulunduğumuz yıl The Northman ile karşımıza çıktı. Amcası tarafından babası katledilen genç Viking savaşçısı Amleth’in intikam serüvenini izlediğimiz film, puanlamalar anlamında ilk iki filmin üzerine koymaya devam etse de bazı eleştirmenler tarafından pek beğenilmedi.

Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.

Özellikle filmin oyuncu kadrosu gerçekten çok iddialı. Genç yetenek Skarsgaard’a Nicole Kidman, Ethan Hawke, Anya Taylor-Joy ve Claes Bang eşlik ediyor. Filmin hikayesi özellikle The Lighthouse’daki kadar karşılıklı tiyatral performanslar gerektirmiyor. Bunun farkına en baştan itibaren varıyoruz ancak filmin ilk büyük olayından, yani Ethan Hawke’in canlandırdığı kral Aurvandil War-Revan’ın kardeşi Fjölnir tarafından öldürülmesinden itibaren senaryoda ve kurguda kopukluklar baş gösteriyor.

Fjölnir’in öz abisini öldürmesi için gözle görülür hiçbir sebep yok, kıskançlıkla, taht hırsıyla açıklanabilir belki ancak öyle olması için dahi en ufak bir ipucu yok. Amleth’in kaçışı ve sonrasındaki gençlik dönemlerinde ise senaryodaki anlamsızlıklar ayyuka çıkıyor. Amleth bir çatışma sonrası oradan kaçıyor ve esir kölelerin içinde bulunduğu bir sandalda Taylor-Joy’un karakteri Olga ile karşılaşıyorlar. Daha birbirlerine isimlerini söylemeden Olga, Amleth’in intikam yolculuğuna ortak oluyor ve birlikte olmaya başlıyorlar. Hiçbir karakter tanıtımı, derinliği verilmeden bunların gerçekleşmesi gerçekten çok rahatsızlık verici. Aksiyon sahneleri hayli yer kaplamasına karşın senaryodaki bu olumsuzluklar her şeyi gölgeliyor ve savaş sahneleri de önemini yitiriyor. Yine The Witch ve The Lighthouse gibi foklorik öğeler, mitler, mitolojik göndermeler var ancak bunlar da özensiz ve kör göze parmak sokacak şekilde yapılmış. Kesinlikle ilk iki filmdeki gibi hayranlık uyandırmıyor. Kurgu ise tamamen kes yapıştır gibi. Kurguya dair hiçbir şey yok.

Finale geldiğimizde ise Fjölnir’in kardeşini öldürme sebebinin basit bir aşk olduğunu öğreniyoruz. Nicole Kidman’ın canlandırdığı yengesi Gudrun ile ilişki yaşamaktalar. Amleth bunu öğrendikten sonra annesinin de işin içinde olduğuna zor da olsa ikna oluyor ve elbette onu da öldürüyor.

Filmde beni en çok rahatsız eden ise zirvenin zirvesini yapan erkek testosteronu ve savaş sahnelerindeki abartılı bağırışlar. Hayatımın filmlerini oluşturan listelerde daima erkek egemen filmlerin zirvede yer almalarına karşın The Northman’deki kupkuru, içi bomboş, uzun saçlı, kaslı erkek bağırışları, hiçbir felsefi, edebi derinlik içermeyen sekanslar filmi tam anlamıyla vasat altına taşıyor benim için. Robert Eggers da vizyondan kısa süre önce yaptığı açıklamada:

Bir daha asla böyle bir film çekmeyeceğim. Stüdyo işime çok karıştı, çok sahneyi kesmek durumunda kaldım ve işimi istediğim gibi yapamadım. Kendimi bir daha asla stüdyolara bu denli teslim etmeyeceğim” demişti. Umarım Eggers bu dediğini yapar ve yeniden The Witch & The Lighthouse seviyesine ulaşabilir. İyi okumalar.

Diğer Yazılar: Deniz Kuş
SEVGİSİZ
MODERN KAPİTALİZMİN DUYGUSUZ, KAYITSIZ İNSANLIĞI VE RUSYA: LOVELESS 2000 sonrası Rus Sineması’nın...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir