KAYIP ÇOCUK

Kayıp Çocuk, Türkçe’ye çevrilen adıyla orijinal adını (The Captive – Tutsak) birleştirdiğimizde anlaşılacağı üzere bir kaçırılma hikayesi. Olayların yaşandığı sırayla değil, değişik zamanları art arda izlediğimiz bir hikaye. Çocuğun kaçırılmasından sonra ailenin yaşadıkları, kaçırılmasından önceki anlar ve kaçırılmasının üzerinden 8 yıl geçtikten sonra olanlar karışık bir şekilde seyirciye sunuluyor. Zaten filme hareketlilik getiren tek unsur da zamanın kullanımı. Kaçırılma hikayesinde ya da sonrasında olanlarda filmi ilgi çekici hale getirecek herhangi bir şey yok. Kafanızı yoracağınız tek şey, hangi sahnenin hangi zamana ait olduğunu bulmak olacaktır ki emin olun o da çok uzun sürmeyecektir.

Matthew ve Tina’nın 9 yaşındaki kızları Cassandra’nın kaçırılması, öncesi ve sonrasında yaşananlarla anlatılıyor. Matthew, Cassandra arabada yalnızken yiyecek almak için arabadan ayrılıyor. Geri döndüğünce Cassandra’yı arabada bulamıyor. Olayı araştıran polisler Matthew’nun ifadelerini inandırıcı bulmuyorlar. Cassandra’yı onun kaçırmış olabileceğine inanıyorlar ve Matthew’u araştırmaya başlıyorlar. Kızını kaybetmenin acısı bir yana, bir de zanlı durumuna düşmek Matthew’u polislere karşı hırslandırıyor ve kızını kendi çabalarıyla bulmak istiyor. Ancak karısı da kendisinden şüphelendiğinde en büyük darbeyi alıyor. Hayatları onarılamaz bir şekilde yara alıyor.

Kayıp Çocuk filminin diğer kaçırılma hikayelerinin önüne geçecek bir yanı yok. Kaçırılan çocuğu kimin kaçırdığı belliyken kızın babasının şüpheli gibi gösterilmeye çalışılması havada kalıyor. Aradan geçen yıllara rağmen polisler sorgulamak için Matthew’la karşılaşmayı bekliyor sanki ve her karşılaştıklarında birbirlerine kafa tutup uzaklaşıyorlar. Cassandra’nın kendisini kaçıranlara karşı davranışları da olağan dışı. En azından filme bir sahne daha ekleyip Cassandra’nın tehdit edildiği gösterilmeliydi. Ne babanın çektiği acı, ne kızın yaşadığı zorluklar, ne polislerin çabaları doğru düzgün anlatılamamış. Sanki asıl olay bir yerde olurken kamera o an orada değilmiş, başka bir karakterin yanındaymış ve o karakter de o sırada hiçbir şey yapmıyormuş gibi. Yani bir yerlerde bir şeyler olurken bizim izlediğimiz o olanların dışında yaşananlar sanki. Yönetmen Atom Egoyan filme hangi bakış açısıyla baktı bilmiyorum ama film çekilirken kendisi başka bir yerde film üzerine mi düşünüyordu acaba diye sordurdu.

Filmdeki oyunculuklardan bahsetmek daha da zor. Kızı kaçırılan anne rolündeki Mireille Enos, kızının eşyalarını olmayacak yerlerde bulduğunda çok etkileniyor. Ancak surat ifadesi hiç değişmiyor. Tüm film boyunca aynı surat ifadesiyle oynayıp filmin olmayan heyecanını daha da düşürüyor. Ryan Reynolds için de farklı bir şeyler söylemek mümkün değil. Kızın kaçırıldığı için gülmesini beklemiyordum elbette ama yaptığı şeyin oyunculukla pek bir alakası olmadığı da gerçek.

Sonuç olarak Kayıp Çocuk, sinemaya gidip bu filmi izlemeniz için size bir neden sunamıyor. Onun yerine önceki örneklerini evde yeniden izlemeniz daha yerinde bir tercih olacaktır.

Diğer Yazılar: Ahmet B.
Koku: Bir Katilin Hikayesi
Edebiyat eserlerinin sinemaya uyarlanması sıkça tercih edilen bir durum olsa da uyarlamanın...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir