Joker

Günümüz sinemasına egemen olan yapımlar, dünya çapında en çok hasılat elde eden filmler listesinin tepesine bakıldığında da görüldüğü üzere, çizgi roman filmleri. Bu yapımlar arasında da Marvel filmleri pastanın sadece çok küçük bir dilimini başkalarına kaptırmış durumda. Warner Bros. ise masanın karşı tarafında MCU benzeri bir evren inşa etme hevesiyle adımlar attı fakat bunlar başarısızlıkla sonuçlandı. DCEU için işler yolunda gitmeyince bir evren içerisinde olmayan, daha küçük çaplı, farklı bir fikre şans tanıdılar. Bu şansın baş aktörü de beklemediğimiz yerden −Hangover filmlerinden− geldi ve Todd Phillips oldu. Yanına da son dönemde The Master (Paul Thomas Anderson, 2012), Her (Spike Jonze, 2013) ve You Were Never Really Here (Lynne Ramsay, 2017) filmlerinde adından söz ettiren Joaquin Phoenix’i Joker rolüyle aldı ve stüdyonun yan tarafında bu işe koyuldular.

Yazının bu noktasından itibaren sürpriz bozanlar yer alabilir. Filmi izlemeyenlerin okumaları tavsiye edilmez.

4 Ekim 2019 itibariyle Joker’i vizyonda izledik ve merakla beklenen bu alternatif çizgi roman filmini nihayet gördük. 1970 doğumlu Todd Phillips, anlaşılan bu yola çıkarken onun çocukluk ve gençlik dönemlerine denk gelen filmlerden epey etkilenmiş. Joker filmi ilk duyurulduğunda yapımcılar arasında Martin Scorsese’nin de olacağı söylentileri vardı fakat yapımcılar arasında kendisinin ismi yok. Yine de Scorsese’nin bu filme etkisi büyük. Todd Phillips, Taxi Driver (Martin Scorsese, 1976) ve The King of Comedy (Martin Scorsese, 1982) filmlerinden esinlenerek, tam da o filmlerde olduğu gibi bir karakter çalışmasına girişmiş.

Zazie Beetz’in oynadığı Sophie karakteri, asansörde Joker’e Travis Bickle’ın bu hareketini yapıyordu.

Bunun yanında, her ne kadar çizgi romanlara bakmadıklarını söyleseler de The Killing Joke ve Batman: The Dark Knight Returns çizgi romanlarının iki noktada bu filme kaynak oluşturduğu açık. Çizgi roman meraklılarının hatırlayacağı üzere, The Killing Joke’da da komedyen olmaya çalışan başarısız bir adamın hamile eşiyle birlikte evini çekip çevirmeye çalıştığını görmüştük. Filmde birçok kez kendini hissettiren diğer esin kaynağı ise bahsettiğimiz The King of Comedy. Rupert Pupkin rolüyle bir TV şovuna çıkmayı çok isteyen Robert De Niro, Joker’de o TV şovunun ünlü komedyeni rolünde. Orada kendisinin “King of Comedy” olarak anons edilmesini isteyen De Niro, bu kez Joaquin Phoenix’i “Joker” olarak anons ediyor.

Filmin sonlarına doğru Wayne ailesinin öldürülme anını geçmiş Batman filmlerinden sonra bir kez daha beyaz perdede görüyoruz. Bu anı, Batman: The Dark Knight Returns okuyanlar da çok iyi hatırlayacaklardır. Çizgi romandakine benzer şekilde, arkada bir Zorro filminin afişi veya ismi göründüğü sırada, sinema çıkışında Thomas ve Martha Wayne’in öldürülmesine tanık oluyoruz. Çizgi roman filmlerinin takipçileri, bu referansı başka bir filmden daha hatırlayacaklardır. Batman v Superman: Dawn of Justice (Zack Snyder, 2016) filminde Zack Snyder da açılış sahnesinde aynı atıfı yapmıştı.

Batman v Superman: Dawn of Justice’de, Wayne ailesi öldürülmeden hemen önce.

Todd Phillips’in tercih ettiği karakter çalışmasındaki en büyük pay sahibi elbette Joaquin Phoenix’in performansı. Açıklandığı andan itibaren, sinemaseverler tarafından iyi bir tercih olarak görülmüştü. Ancak Phoenix beklentileri de aşarak muazzam bir performans ortaya koymuş. Arthur Fleck’in hastalıklı halini, istemsiz gülme anlarını, karakterin dönüşümünü hem fiziksel görüntüsüyle hem de ustaca oyunculuğuyla çok iyi yansıtmış. İzleyenleri rahatsız edecek derecede (karakterin kimliği nedeniyle olması gereken de bu zaten) iyi bir performans. Zaten harika olan performansı, Arthur Fleck “Joker”e dönüştüğünde arşa çıkıyor. Özellikle makyajıyla birlikte tamamen bir silaha dönüşen jestleri, mimikleri ve dansları, etkileyici ve korkutucu. Daha şimdiden Oscar ödüllerine En İyi Erkek Oyuncu ödülü için ismi yazılmalı fakat Akademi’nin böylesine sert bir filme karşı bakış açısı nasıl olacak, kestirmek zor.

Filmin her anında temiz işçilik kendini epey belli ediyor. Sinematografisi, yönetimi, karakterin ruh hallerini anlatma biçimleri, etkileyici ve sahneyi/karakteri destekleyici müzik kullanımları (örneğin Arthur’un metroda gençleri öldürdüğü sahne)… Bu noktalarda filme kusur bulmak neredeyse imkânsız. Arthur’un Joker olmasıyla birlikte başlayan sekanslardaki çekimler, izleyeni filme daha da bağlayıp heyecanı artırıyor. Son anlarda, Joker’in otomobil üstünde kanıyla makyajını tazelemesi ve dansıyla birlikte bir ritüel anını andıran görsellik, Joker’in liderlik özelliği kazanması ve kalabalığı etrafında toplaması için harika bir mizansendi.

Joker’i her ne kadar başta çizgi roman dünyası içerisinde saysak da filmin o dünya için değerini düşüren bir kusuru var. Bu film eğer gişede iyi bir sonuç elde ederse, gelecekte çizgi roman sinemasında benzer filmlerin gelmesine öncü olacaktır ancak zamanında The Dark Knight (Christopher Nolan, 2008) filminde olduğu gibi bir sansasyon yaratmayacaktır. Çünkü filmin çıkış noktasının bir çizgi roman karakteri olmasına rağmen işlenişi çizgi roman filmlerinden farklı. Filmin değerini düşüren bu kusuru ve filmi başyapıt olmaktan alıkoyan sebep, Joker’e “acıyor” oluşumuz. Onunla empati kurup onun geçmişiyle özdeşleşiyor oluşumuz. Joker gibi katliamlarına birebir tanık olduğumuz kötü bir karakterle bu empatiyi bu şekilde, ezilenlerin psikolojisi çerçevesinde kurmamalıyız. Sinemada empati kurdurmak ve izleyiciyle özdeşleştirmek çok önemlidir ancak bu konuda ve çizgi roman filmi bağlamında Joker istisna olmalı. Joker’den saf korku duymalıyız ve yaptıklarını bulunduğu toplumun, sistemin zararları üzerinden tartışmalıyız, Joker’in geçmişi üzerinden değil. Joker’i korkutucu ve farklı yapan, The Dark Knight‘ta olduğu gibi geçmişini bile farklı hikayelerle manipülasyon için kullanmasıydı. Örneğin, The Killing Joke‘da Joker’in kökeni anlatılıyor gibi görülür ama asla eser apaçık bize o kişinin Joker olduğunu söylemez. Örneğin adı geçen çizgi romanda Joker’in ilk eylemi öyle korkunçtu ki -Gordon’ın kızı Barbara’yı belinden vurup sakat bırakıyordu- bir sarsıntı etkisi yaşıyorduk. Çizgi roman bu kötülüğü bize empati kullanarak aktarmıyordu. Öylesine korkunç bir girişi vardı. O korkunç girişe rağmen bile çizgi romanın sonunda Batman ile attığı karşılıklı kahkahayı hepimiz anlamaya çalıştık ama bu, Joker’in geçmişinden dolayı olmadı. Joker gizemini hep korumuştu ve korkutarak bizi düşündürüyordu, kendisini acındırarak değil. Eğer Joker’in geçmişi yine gizemli ve büyülü bir şekilde kalsaydı ve biz Joaquin Phoenix’in filmin sonlarına doğru görmeye başladığımız halini filmin başlarından itibaren görseydik bütün dünyaya çok daha vurucu etkisi olan bir film izlemiş olurduk. İçinde Joker’in geçmişinin yer aldığı gizemli kutunun açılmasıyla karakterin büyüsü de biraz bozulmuş oldu.

Bu film “bir Joker filmi izleyeceğiz” diyerek izlenirse, yukarıda söz ettiğim filmin değerini azaltan kusur da kendisini çok kez gösterecektir. Ancak bu film ne kadar kötü olduğunu çok iyi bildiğimiz, hikayesini bilmeden acımasız eylemlerine çok kez tanık olduğumuz bir çizgi roman karakterinin oluşumunun anlatıldığı bir film olarak değil de çevresindeki, ailesindeki, işindeki, şehrindeki her insan tarafından ezilmiş, hor görülmüş bir insanın yani Arthur Fleck’in isyanı, patlaması ve sonunda baş karakterin kendi deyimiyle “hak edene hak ettiğini verişinin” filmi olarak izlenirse farklı bir etki yaratacaktır. Bu açıdan bakılırsa, ortaya tertemiz ve çok sağlam, harika bir film çıkmış diyebiliriz.

Bu yazı FikriSinema ekibine yeni katılan Oğuzhan Akkaya tarafından kaleme alınmıştır.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir