IŞIKLAR SÖNERKEN

1944 yapımı Gaslight, Türkçeye “Işıklar Sönerken” olarak çevrilen, psikolojik manipülasyon tekniğine ayna tutan bir film… Filmin başrollerinde Ingrid Bergman ve Charles Boyer yer alıyor. Yetmiş altı yıl önce çekilen bu siyah beyaz filmde, kendisini büyüten teyzesinin öldürülmesinin ardından zor günler yaşayan Paula’nın (Ingrid Bergman) aşık olduğu kişiyle evlendikten sonra yaşadığı sıkıntılı süreç anlatılıyor. Başta her şey rüya gibi başlasa da güzeller güzeli Paula’nın kısa bir süre sonra eşinin manipülasyonları sayesinde delirecek noktaya gelişine anbean şahit oluyoruz. Filmin türü suç, gizem, dram kategorilerine dahil olsa da benim bu zamana kadar izlediğim en korkunç film Gaslight. Manipülasyona maruz kalan karakterin yaşadıkları, bir insanın başına gelebilecek en korkunç şey çünkü.

Öncelikle filme konu olan Gaslighting kavramından biraz söz etmek istiyorum. Gaslighting, psikolojik bir manipülasyon yöntemi. Sağlıklı bir bireyin dış etkenler aracılığıyla kendisinden şüphe etmesini sağlayan, bireyin kendisini sorgulamasına kadar varan, hem kendinden şüphe etmeye hem de davranışlarını irdelemeye iten bir çeşit taciz yöntemi. Bu tekniğin en kötü tarafı, bir anda değil yavaş yavaş kişiye dikte ediliyor olması. Bir tür karşıdaki insan ya da insanların algılarıyla oynama, hatta bahsedilen kişi ya da kişileri delirtmeye kadar itecek yönde baskın bir davranış. Film bu yöntemi, başarılı bir suç hikayesinin çatısı altında toplamayı başarıyor. Filme adını veren ‘gaz lambası’ ise izleyiciye korku, sorgulama ve şüphe duygusunu küçük çapta da olsa hatırlatıyor. Bu gaz lambaları film boyunca yaşadıklarımızı sorgulamak için çok önemli bir nesne halini alıyor.

Film, sokaktaki gaz lambalarını yakan bir görevli ile açılıyor. Ardından Paula’nın, aşık olduğu Gregory’le mutlu mesut bir hayat yaşayacağını zannettiği döneme şahit oluyoruz. Bu kısım benim için lunaparklardaki korku tüneline giriş kısmı gibi adeta… Gregory zaman zaman taktığı maskeyi aralamaya başlıyor. Bu maskeyi son ana kadar çıkarmıyor ki karısını ürkütmesin. Ürkerse bütün çabaları boşa gidecek… Paula’ya uyguladığı manipülasyonun sebebi, çatı katında saklanan mücevherlere sahip olmak… Bütün çaba bu yüzden! Gregory uyguladığı manipülasyonlarla eşinin akli dengesini yitirmesine sebep olup pahalı mücevherlere sahip olmak istiyor. Bu filmi ne zaman izlesem, odak noktam hiçbir zaman filmin konusu olmuyor. İlgilendiğim asıl mesele bir erkeğin bir kadına uyguladığı şiddet oluyor! Fiziksel olmayan, gözle görülmeyen ve en kötüsü de hiçbir zaman kanıtlanamayacak olan türden bir şiddet!

Paula bir gün Gregory’e şunu söylüyor, ‘’Seninle tanıştığımdan beri hiçbir şeyden korkmadım, korkunç rüyalar görmedim.’’ Bunun sebebi ise çok açık aslında. Çünkü Gregory korkunun ta kendisi! Gregory’nin son hızla devam eden manipülasyonları korkunç bir şekilde Paula’yı etkisi altına alıyor. Gregory sürekli Paula’ya yüzünün renginin soluk olduğunu, çok yorgun göründüğünü ve hasta olduğu için dinlenmesi gerektiğini söylüyor. Paula da ‘’saf bir aşık’’ olarak, eşinin kendisini düşündüğünü, onu önemsediğini zannediyor. Zaman geçtikçe evden tek başına dışarı çıkamayan bir kadına dönüşüyor Paula. Evde çalışanlar tarafından aşağılandığını, kocası tarafından bir çocuk gibi görüldüğünü düşünmeye başlıyor. Üstelik en kötüsü, kendisi de gerçekten hastalandığına inanmaya başlıyor. Bana göre bu hayattaki en büyük korku, insanın bir başkasından değil kendisinden şüphe etmesi. Filmin en vurucu cümlesi ise Paula’nın kurtarıcısı olan Brian’ın söylediği şu sözler; ‘’Yavaş ve sistematik olarak aklınızı yitirmeye sürüklendiniz!’’

Toplumun geneline baktığım zaman da bu tip manipülasyonlarla çok fazla karşılaştığımızı düşünüyorum. Yazar Michael Vincent Miller, Aşkta Terör adlı kitabında yakınlık terörizminden ustaca bahsediyor. Kadın ve erkeğin yani bireyin, var olma çabasını, yakın ilişkilerin topluma ve bireylere verdiği zararı irdeliyor. Filmle bağlantılı olarak kitaptan bir kısım geldi aklıma: ‘’Yakınlık terörizminin pençesindeki bir ilişkide hep görülen şey, diğerinin özerkliğine ya da güvenlik duygusuna saldırarak birbirlerinde hapsedilme ya da terk edilme kaygısı uyandıran iki kişidir. İkisi de birbirlerinden vazgeçmeye niyetli olmasalar da ilişkinin kontrolünü ele geçirmeyi amaçlarlar.’’ (Miller, 26) Tıpkı Gregory’nin Paula’yı ele geçirdiği gibi… ‘’Kaygı, bir tür korku olsa da insanların içinde değil, insanlar arasında yaşanıyor.’’ (Miller, 25) Tıpkı Gregory ve Paula’nın arasında olduğu gibi!

Gaz lambasının günden güne ışığının azalması yalnızca Paula’nın dikkatini çekiyor. Evde çalışanlar böyle bir şey olmadığını, dinlenmesi gerektiğini söylüyor. Oysa gaz lambalarının ışığını günden güne azaltan Gregory! Karanlıkta kalmasını istiyor Paula’nın ve tabii ki kendisinden şüphe etmesini. Film bana göre bağıra çağıra şunu söylüyor izleyicisine;
Hepimiz yanan birer gaz lambasıyız. Işığımızı kısanlarsa hep başkaları…

KAYNAKÇA:
Miller, Michael Vincent. Aşkta Terör, 2013.

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir