Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi

Tarih, kurmacadır; özellikle resmi olanları. Dinler tarihi ise kurmacadan da ötedir. Bu nedenle bir dinin tarihine hep şüpheyle bakılır, bakılmalıdır. Başlangıcı günümüze en yakın din olmasına rağmen İslam tarihi de bu konuda en az diğer dinler kadar soru işareti barındırır bünyesinde, özellikle Hz. Muhammed’in hayatı söz konusu olduğunda. Bu soru işaretlerinin temel nedeni ise “güvenilir” addedilen kaynakların tamamının peygamberin yaşadığı dönemden çok sonra yazılması ve bilgilerin elde ediliş şekli itibariyle “güvenilirlikten ve bilimsellikten uzak” olmasıdır. Bugün Muhammed’in hayatı olarak anlatılanların tamamı, İslam’ı sünnet doktrinine göre şekillendirmeyi amaçlayanların, Kur’an dışı kaynaklara, özellikle Kütüb-i Sitte’ye (Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace’in derlemelerinden oluşan hadis koleksiyonu) dayandırarak oluşturduğu bir biyografidir. Hadis kaynaklarına göre Muhammed 571 yılında doğmuş, 610 yılında peygamber olmuş, 632 yılında vefat etmiştir. Durumu ironik kılan ise az önceki net bilgileri aldığımız ve bunların da ötesinde binlerce diyalogu, olayı, münazarayı “şahit olmuşçasına” detaylı bir şekilde aktaran hadis kitaplarından ilkini yazan Buhari’nin, Mekke’den 4 bin km uzaklıkta yaşamış ve peygamberin ölümünden, en iyimser, 220 yıl sonra tüm bunları yazmış olmasıdır. Ana kaynak ve inananlar için değişmeyeceği/değiştirilemeyeceği garanti edilen Kur’an yerine manipülasyona açık ve tahrif edildiği şüphesiz hadis kaynakları üzerinden bir din anlayışı ve peygamber yaşantısı inşa edildiğinde -ki yapılan tam olarak budur- ortaya açıklanması imkânsız problemler çıkmaktadır. En basitinden hadis külliyatında geçen Muhammed’in cinsel yaşantısını veya bir peygamberde bulunmaması gereken ölüm korkusunu tuhaf şekilde aktaran Ledüd hadisi gibi nakilleri açıklamak mümkün değildir. Bugün bile, onca teknolojik imkâna rağmen, 30 yıl önce yaşamış tarihi bir şahsiyet hakkında net fikir elde edilemezken bilgi aktarımının ve devamlılığının imkânsız olduğu çağlardan aktarılan rivayetleri “kesin” kabul etmek ve bu nakillere biat etmeyi inancın bir parçası, hatta ana şartı addetmek oldukça sağlıksızdır.

Bu soru işaretlerine rağmen üzerinde konsensüs oluşan bir yaşam öyküsünü, karşı tez oluşturacak veya şüpheleri doğrulayacak herhangi bir kaynağın da olmamasının etkisiyle, “gerçeğe uygunluk” üzerinden eleştirmek ve bu yaşam öyküsünün perdeye aktarımında hurafelerden arındırılmasını beklemek de sağlıklı değil. Kaldı ki Mecid Mecidi, sünneti elinin tersiyle iterek karşı-portre çizmesi beklenen kişi değil; özelde nakil geleneğine, genelde sünnete itirazlarda bulunan biri olmama rağmen Mecidi’nin peygamberin hayatını farklı pencereden ele alacağına dair en ufak bir beklentim, isteğim yoktu. Kariyeri boyunca kamerasıyla yaratıcıyı arayan, Allah inancının dinden bağımsız ve dinler üstü olduğunu vurgulayan Mecidi’den gerçekleştirilmesi mümkün, basit ve işlevsel iki beklentim vardı; ilki sünneti esas almasına rağmen fikri açıdan Kur’ani bir peygamber portresi çizmesi, ikincisi ise, pratikte faydası olacak kısım aynı zamanda,  dinin doğuşuyla bugün geldiği nokta arasındaki uçurumun görülebileceği bir hikâye inşa etmesiydi.  İlk beklentim koca bir hayal kırıklığına dönüştü, ikincisi de sadece kısmen karşılanabildi.

muhammad2-fikrisinema

Filmin açılışında mevcut bilgiler ışığında kendi peygamber portresini çizdiğini belirtme gereği duyan Mecidi’nin yaklaşımı, bırakın Kur’an odaklı olmayı, İslami olmaya -bugünkü İslam’dan bahsetmiyoruz- bile yakın değil. Başka dinlerin, kültürlerin sözlü ve yazılı eserlerinden alınan olaylar ve figürlerle oluşturulan peygamber portresini olduğu gibi aktaran (ki bu hususta bir sorun yok) Mecidi, sadeleştirilmeye ihtiyacı olduğu şüphe götürmeyen hikâyeyi hem parça bazında hem de bütün olarak gösterişli kılmak için “kendini paralıyor”. Peygamberin doğum günü yaşanan hadiseler gibi metafor olduğu apaçık onlarca olayı gerçek kabul eden ve bunları somutlaştırmak dışında bir amaç gütmeyen yönetmen, peygamberi sürekli mucizeler yaratan biri olarak gösteriyor; hatta yetişkinliğinde gerçek manada etrafına bembeyaz bir ışık saçan biri olarak yansıtıyor. Kur’an’da ısrarla vurgulanan peygamberin de bir beşer olduğu gerçeğini elinin tersiyle iterek Hristiyanlıktaki Hz. İsa yaklaşımının bir benzerini esas alan Mecidi, sadelik timsali olması gereken Muhammed’i olabilecek en yanlış şekilde aktarıyor. Peygamberin ilk 12 yılına birçok doğaüstü mucize sığdıran Mecidi’nin anlattığına bakarak diğer insanların neden anında Müslüman olmadığını veya niçin Allah’ın Cebrail’i yollamak için 40 yıl beklediğini anlamak mümkün değil; her şey ayan beyan ortadaymış filme göre.

İkinci beklentimi belli ölçüde karşılayan ve filmi değerli kılan giriş bölümüne bakarak, peygamberin vefatından hemen sonra başlayan ve bugüne kadar uzanan din tahrifini görmek mümkün. Filmde açıkça dillendirildiği üzere peygamberin getirdiği dini kabul etmek istemeyen Mekkeli kabile liderlerinin 3 temel korkusu var (Suudi Arabistan’ın filmi yasaklanmasının esas nedenleri aynı zamanda): Kâbe’nin ticari kazanç merkezi olmaktan çıkması, kadınların erkekler kadar söz ve hak sahibi olması, köleliğin bitmesi. Sadece bu üç hususa bakarak, insanların Hz. İbrahim’in dininden uzaklaşması ve onu kendi çıkarlarına uygun olarak değiştirmesi nedeniyle gönderilen İslam’ın takipçilerinin Muhammed’in dininden ne kadar uzaklaştığını, kendi çıkarları uğruna dini ne ölçüde tahrif ettiğini görmek mümkün. Dinin geliş amacıyla bugün aldığı şekil arasındaki farkı filmin giriş kısmında vurgulayan Mecidi’nin, yaklaşık iki saat süren gelişme kısmında bu hususlara kargaları bile güldürecek kız çocukların gömülmesi hadisesi (Amine ve Halime başta olmak üzere diğer kadınların ne kadar etkili ve söz sahibi olduğuna, filmde sözel olarak da bahsedilen peygamberin ilk eşi Hatice’nin önemli bir tüccar olmasına bakarak bile çürütülebilecek bir iddia sonuçta) dışında değinmemesi, filmin en güçlü yönünün ön plana çıkmasını engelliyor. Hikâye temelli bir manevra nedeniyle bu husustan uzaklaşılması mazeret kabul edilebilecek olsa da Mecidi, o dönemki Hristiyanları ve Yahudileri Muhammed’in peygamberliğine  şahit tutmak için kendini parçalamak yerine bu kanalda ilerleyerek önemli sözler sarf edebilirmiş.

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi, artık İslam dünyasının da Hristiyanlar gibi kendi tarihi kişiliklerini perdeye yansıtabilecek “niceliğe” sahip olduğunu görme açısından önemli bir eser ama nitelik noktasında büyük sorunları var. Mecidi’nin iyi niyetinden, peygamber sevgisinden herhangi bir şüphe yok; hatta sevgisinin aşırılığı niceliğin nitelikle bütünleşememesinin ana nedeni. Şahsen proje için en doğru isim olarak gördüğüm Mecidi’nin bile aslından uzaklaşması geleceğe umutla bakmayı olanaksız kılıyor. Umarım bu teşebbüsün arkası gelmez, yoksa seri üretim basılan ve Müslümanların duymak istediklerini içeren siyer kitaplarının görsel versiyonu olmakla yetinen bu eserin açtığı kanalı takip edecekler Mecidi’yi mumla arattıracak potansiyelde.

Diğer Yazılar: Tanju Baran
Babasının İzinde: Stefano Sollıma
Sinema, keşif sanatıdır. Dünü; bugününden ve yarınından daha değerlidir, daldan dala atlayarak...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir