GÜL SUYU

Gül suyu, hamur işlerinden tatlıya kadar birçok alanda kullanılmasına rağmen kolektif bilinçdışımızda “muhafazakarlığın resmi kokusu” olarak yer etmiştir ve bu koca coğrafyanın her tarafında benzer hissiyatlar uyandırır. Maziar Bahari de bu kokuyla, çoğumuz gibi, çocukken gittiği bir camide tanışır, mabedin büyüleyiciliğiyle kokunun cazibesi bütünleşir zihninde ve kalıcı bir imge dizini yaratır; hayatının kalanında gül kokusu camiyi, muhafazakarlığı ve dindarlığı getirir aklına. Bu kokuyu aldığında çocukken hissettikleriyle, kendisine işkence yapmak için gelen adamın sıktığı gül suyunun içinde bulunda tecrit odasında hissettirdikleri farklıdır ve bir değişimin habercisidir Bahari için; iyiliği ve güzelliği simgeleyen bu koku artık kötülüğü, zorbalığı ve kudreti simgelemektedir.

Ülkesini bırakıp İngiltere’de gazetecilik yapan ve oraya yerleşen Maziar, babasının ve ablasının siyasi nedenlerle bulunduğu hapishanelerin gölgesinde bir çocukluk geçirdiğinden mücadelenin dışında kalma yolunu seçmiştir; yeni bi yaşam kurup kafasını eşine ve doğacak çocuğuna gömmesine rağmen meşhur Ahmedinejad- Musavi mücadelesini haberleştirmek için döndüğü ülkesinde hapishanede son bulan bir olaylar dizisine dahil olur. Maziar’ın da babası ve ablası gibi hapsi tatmasıyla merkezine yerleştirdiği Bahari ailesi üzerinden İran’ın yaşadığı 50 yıllık değişime, el değiştiren gücün yarattığı tekil ve kolektif buhranlara odaklanan “Rosewater”, bir yandan da Maziar’ın yaşadığı ikilemler üzerinden arada kalmışlığın sözcüsü olmayı amaçlıyor. Ortadoğu ve İslam dünyasında yaşayan herkesi kapsayabilecek bir meselin peşinde olan ve değişen zamanla birlikte tanımların da farklılaştığını anlatan ve geçmişin mağduru şimdinin mağruru olanların yarattığı yıkımları dile getiren film, İran için yakın geçmişi, bizim içinse yakın geleceği anlattığından söyledikleri kadar söylemedikleri, gösterdikleri kadar göstermedikleriyle de dikkat çekmeyi başarıyor.

Ülkedeki karmaşaya ve ele aldığı hikâyenin tonuna rağmen, mücadele ruhunun en büyük silahı olan mizahı üslupla birleştiren yapısı ve önermeleriyle de dikkat çeken film; annesini vatan, eşini ve çocuğunu bayrak belirleyen birinin realiteyle karşılaşmasını nefret tuzağına düşmeden ve bir ucu ajitasyona varan şiddet güzellemelerine başvurmadan aktarmayı başarıyor. Nihayetinde “Rosewater” ele aldığı meseleyi sulandırmayacak kadar mizah yüklü ve durumun vahametini ortaya koyacak kadar karanlıkla dolu bir eser, olmamışlıklarını ve politik sinema kategorisindeki muadillerinin fersah fersah gerisinde oluşunu taca atıp filmin akışına kendinizi bıraktığınızda, tüm kargaşanın ortasında kalan Mazican’ın kişisel trajedisine ortak olabiliyorsunuz. Koca bir coğrafyanın korkularını tek bir gül suyu şişesine sığdırmayı başaran ve saha, zemin, hava uygunken gol atma peşine düşmeyen bir film bulmuşken tadını çıkartmak lazım, her filmi bir başka filmle tokuşturmak zorunda değiliz sonuçta.

Diğer Yazılar: Tanju Baran
Somewhere, In the Night-1: Journey Into Fear
Altın çağını, yaygın kanıya göre, John Huston’ın The Maltese Falcon’ı (1941) ile...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir