Femme Fatale İmgesinin Tarihsel Sürecine Kısa Bir Bakış
Femme Fatale imgesinin ilk kökenleri Yunan mitolojisine dayansa da 19. yüzyıldan itibaren yükselen ve 20. yüzyılda ise zirve noktasına erişen bir imge olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk anlamı ilişkiye giren erkeklere sonunda büyük sıkıntılar yaşatan çekici ve baştan çıkarıcı kadın olarak nitelendirilse de Fransızca’da felakete neden olan kadın anlamına gelmektedir.[1] Bu imge edebiyatta ve sinemada oldukça fazla işlenmiştir. Murat Arpacı bu imgeyi tanımlarken yalnızca erkeğin değil, aile ve evlilik gibi kurumların yıkımına neden olduğunu belirtir ve şöyle tanımlar;
“Bu benzerlik, Femme Fatale’in, erkeği felakete sürükleyen, onun da etrafında örülmüş toplumsal ilişkileri ve toplumsal birimleri krize uğratan bir kadın tipolojisi olarak temsil edilmesidir. Bu anlamda femme fatale’i inşa eden kültürel söylem, yalnızca erkeğin felaketine gönderme yapmaz. Femme fatale’i kurgulayan bakış, erkeğin felakete sürüklenmesini odak noktasına alarak erkeğin merkezinde olduğu ve temsil ettiği başta aile ve evlilik kurumu olmak üzere toplumsal değerlerin ve ahlaki normların yıkımına gönderme yapar.”[2]
Bu ifade ya da yaklaşım yükselen feminizm anlayışının bir aşırılığı olarak görülebilir. Moderniteyle birlikte artan erkeğin iş alanında kadın kendine yer bulamaz. Ve otoriteye karşı çıkarak bu anlayışı yok etmeye çalışır. Kadının kendini keşfetmesiyle başlayan bu süreç adeta feminizm anlayışının kötücül bir örneği olarak varlığını devam ettirir.[3] Geçmişte Yunan mitolojisinin olumsuz ana kişilerinden olan Medusa’ya kadar dayanan bu figür orta çağda cadılık kavramı üzerinden de kendi varlığını sürdürür. Denilebilir ki modern yaşamın cadıları femme fatale karakterlerdir.
Mitolojik ve dini motiflerden sonra femme fatale imgesi edebiyata ve sinemaya da yansımıştır. Murat Arpacı yazdığı makalede ilk örneklerinin Oscar Wilde’ın 1891 yılında yazdığı Salomé adlı oyun olduğunu söyler. Sinemada ise ilk örneklerinden biri olarak Georg Wilhelm Pabst’ın 1929 yılında çektiği film olan Die Büchse Der Pandora olduğunu belirtir.[4] Türk edebiyatında ise bu imgenin ilk olarak Tanzimat dönemi yazarlarında ortaya çıktığı görülür. Namık Kemal’in İntibah romanında, Ahmet Midhat Efendi’nin Jön Türk adlı romanında[5] kötücül kadın imgesi işlenmiştir. En yetkin ilk örneklerinden biri de Halid Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu’su olduğu söylenebilir. Nurdan Gürbilek ise Erkek Yazar Kadın Okur adlı yazısında erkek yazarlar tarafından yaratılan kadın karakterlerin sürekli olarak hataya düşürülmesinin, yazarları tarafından güçlü kadın karakterden endişe duyulmasından dolayı olduğunu söyler ve bu endişenin sebeplerini irdelemeye çalışır. “Bernardin-Saint Pierre, baba ve oğul Dumas’lar, Hugo, Lamartine ve Musset: Kadın kahramanların eline tutuşturulan bütün bu yazarlar kadın okurdan önce erkek yazarı etkilemişti.”[6]
Günümüze doğru geldikçe kadın hareketliliğinin, feminizmin ve postmodernizmin yaygınlaşmasıyla bu imge daha geniş bir alanda kendine yer bulmuştur. Özellikle sinemada belli başlı örneklerini David Lynch’in Blue Velvet ve Mulholland Drive, Quentin Tarantino’nun Kill Bill, David Fincher’ın Gone Girl, Paul Verhoeven’ın Basic Instinct adlı filmlerinde görmek mümkündür. Kıskanmak romanında da bahsedilen örnekler kadar yoğun bir femme fatale imgesi olmasa da mutluluğu bozan ve aile kurumunu yok eden kadın figürü üzerinden bu imgenin varlığına rastlanılır.
Kıskanmak Hakkında
Kıskanmak, Nahid Sırrı Örik tarafından 1937’de tefrika edilerek Tan gazetesinde ilk olarak yayımlanmaya başlar, daha sonra ise 1947 yılında kitap haline getirilerek yayımlanır. Eserin bütününe bakacak olursak bir aile dramı anlatılır. 1930’lu yıllarda geçen romanın hemen hemen her karakteri negatiftir. Seniha’nın çocukluğundan beri onun gölge arketipi[7] olarak varlığını sürdüren kıskanmak duygusu, yaşadığı ailesini paramparça ederek, farklı hayatlara sürülmesine yol açacaktır. Seniha’nın abisi Halit, kendisinden yaşça küçük eşi Mükerrem ve Seniha üçgeninde yaşananlar eserin ana konusudur. Aldatan kadınlar, cumhuriyet döneminin sosyetik ortamı, bir yalanla abisinin uzun yıllar hapishanede yaşamasına neden olan kardeş. Mekânlardan tutun da karakterlerin takındığı tavra kadar olan her şey romanı negatif bir anlatıya dönüştürür. Kıskanmak romanın önsözüne yazdığı “Tutkunun Negatif Çehresi Üzerine Kanlı Bir Divertimento” adlı yazısında Enis Batur, romanı Fransız romanlarına benzetir ve devamında eseri şöyle tanımlar;
“Zola’nın maden işçileri dekorlu anlatılarıyla Madame Bovary’nin ihtiras üçgenini çağrıştıran bir romanesk model arasında gidip geliyor Kıskanmak – bu açıdan, Lukacs’ın gerçekçi romandan beklediklerine belli ölçülerde uyduğu bile söylenebilir. Türk edebiyatı bağlamında kural dışı bir yönü çarpmıyor Kıskanmak’ın, ilk bakışta; Halid Ziya’nın Aşk-ı Memnu’sundan uzanan bir maraz geleneğinde kolaylıkla konumlanabilmesini sağlayan kimi ana özellikleri var. Gene de kuraldışı bir roman damarı saklanıyor Kıskanmak’ta: Okudukça kendini ele veren, ilerledikçe çekirdeği güçlenen bir kötülük çiçeği bu: Nahid Sırrı’da bir modern örtünüyor.”[8]
Roman, 2009 yılında Zeki Demirkubuz tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Açılışını 2009 Antalya Film Festivali’nde yapan filmin başrollerinde ise Berrak Tüzünataç, Nergis Öztürk, Serhat Tutumluer ve Bora Cengiz vardır. Genel anlamıyla romana sadık kalan bir film olduğunu söylemek yanlış olmaz fakat romandan ayrılan en büyük farkı olay odaklı olmasıdır. Roman ise daha çok karakter odaklıdır. Seniha’nın çocukluğundan beri hissettiği kıskanmak duygusu romanda daha ağır basarken filmde yönetmen daha çok aşk üçgeninde yaşananları anlatmaya çalışmıştır.
Kıskanmak Romanının ve Filminin Kadın Teması Üzerinden Karşılaştırılması
Romanın merkezinde karakter ve olaylardan ziyade kıskanmak temasının yattığı görülür. Bu bağlamda Seniha’nın çocukluğundan beri adeta gölge arketipi olan bu kıskanmak unsuru romanı karakter odaklı bir merkez durumuna getirmektedir. Filmde ise bu unsur göz ardı edilerek olayların merkezinde aldatma temasının yattığını görüyoruz. Filmin ve romanın en belirgin farkının burada olduğunu söylemek yanlış olmaz. Eserin en önemli iki kadın karakterlerinden biri olan Mükerrem, Halit ile evlidir ve ondan yaklaşık 20 yaş küçüktür. Güzel ve alımlı olan bu kadın gönlünü yüksek sosyetede çapkın bir genç olarak lanse edilen Nüzhet’e kaptırır ve onunla günü birlik ilişkiler yaşamaya başlar. Fakat yaşadıkları bu ilişki seviyesi tek taraflı hale dönüşmeye başlar ve sadece Mükerrem duygusal açıdan Nüzhet’e bağlanmıştır. Nüzhet ise Mükerrem’le cinsel hazzını doyurmak için birlikte olmaktadır ve onu umursamayan tavırlar sergilemektedir;
“Elinde yeni yaktığı bir sigara, odanın ortasında ayakta duruyor, sanki genç kadını uğurlamaya hazır bulunmak için oturmuyordu.”[9]
Mükerrem bu tavırları fark etse de Nüzhet’e olan zaafının önüne geçemez. Onunla birlikte olmaya ve kocasını aldatmaya devam eder. Ancak bu aldatma bir ailenin parçalanış nedenlerinden biri olacaktır. Nüzhet ile Kapuz’da bir evde gece görüşmelerine başlayan Mükerrem’in haberini alan Halit evi basmaya gider fakat orada Mükerrem’i bulamaz, ancak Nüzhet’in kışkırtmalarından dolayı dayanamaz ve onu öldürür. Ve böylece bir ailenin yok olma süreci başlamış olur. Halit hapishaneye girer, Seniha ise Mükerrem ile yaşamayacağını söyler;
“Sizinle aramızdaki vaziyete gelince; ben macerası cinayet mahkemelerine düşmüş ve sağır sultanın kulağına gitmiş bir kadınla bir evde oturmayı, beraber yaşamayı hiçbir zaman kabul edemem!”[10]
Böylece aile dağılmış olur, Seniha tek yaşamaya başlar Mükerrem ise oradan oraya savrularak yaşam mücadelesi verir. Romanda bu unsurun yan tema olduğunu görüyoruz. Fakat film ise merkeze bu temayı almıştır, yaşanan olaylar ve kıskançlık krizleri bu temanın çevresinde gelişmektedir. Böylece film romandan bağımsız olarak farklı bir anlatı düzlemi ortaya çıkarmıştır.
Esere ismini veren Kıskanmak duygusu eserin temel yapı taşını oluşturmaktadır. Çocukluğundan beri çirkinliği yüzünden sürekli dışlandığını hisseden Seniha’da bu duygu onun gölgesi gibidir. Sürekli peşindedir ve o bu duygunun esiri olmuştur. Daha küçük yaşlardan beri abisinin yakışıklılığı ve güzel çocuk olmasını kıskanır ve bu ilerleyen yaşlarında da bu kıskançlık devam eder. Seniha’nın kıskançlık duygusunu anlatan şu pasaj önemlidir;
“Kıskanmak… Seniha’nın yüreğinde ilk beliren, kendisini ilk duyuran ve hemen her gün daha fazla gelişip büyüyen his bu olmuştu. Halit’le aralarından sekiz yaş vardı ve onu kıskanmadığı bir zamanı hiç bilmiyordu. Hayatının en eski, en bulanık ve silik hatıraları arasında bile bu kıskançlık her şeye hükmeden bir yer tutuyordu. Hayal meyal hatırladığı zamanlarda da herkes kendisinin kara kuru, Halit’in ise beyaz, sarı saçlı ve mavi gözlü olduklarına bakarak, ‘Bu kız, o oğlan olmalıydı!’ demişler, hep ağabeyini okşamışlardı. Bu okşayanlar, bu sözleri söyleyenler kimlerdi? Hemen hiçbirini hatırlayamadığı halde söyledikleri sözleri ve o okşamaları hiç unutmuyordu. Çirkinlerin sevilmemeye ve güzeller için daima feda edilmeye mahkûm bulunduklarını Seniha pek küçük yaşından itibaren bilmiş, anlamıştı.”[11]
Seniha’nın kıskançlık duygularını en iyi tarif eden bu pasaj yaşanılacak olan trajedinin de temelini oluşturmaktadır. Şunu da söylemekte fayda var, film Seniha’nın kıskançlık hislerini seyirciye hissettirmekte oldukça başarısız. Çünkü yazar geriye dönüş tekniğiyle Seniha’nın bu hislerini çocukluğundan beri yaşadığı veya şahit olduğu ötekileştirmeyi anlatarak okuyuculara yansıtır. Yönetmen ise ailenin geçmişine dair bilgileri es geçmiştir. Bu yüzden filmde yaratılan çatışma aldatma hikâyesi üzerinden olmuştur. Hâlbuki romanda hissettirilen hikâye, Seniha’nın küçüklüğünden beri yaşadığı bu kıskançlık buhranlarıdır. Bu yüzden Seniha eline geçen ilk fırsatta abisinden kendince intikam alarak aileyi adeta paramparça etmiştir. Seniha’nın kıskançlığı abisine olan kıskançlıkla sınırlı kalmaz, o Mükerrem’i de kıskanır. Çünkü Mükerrem güzel, alımlı ve gençtir. Mükerrem’in abisiyle yaşadığı bu evlilik kurumuna öfkeyle bakar. Özge Soylu, Kıskanmak hakkında Klein’ın Haset ve Şükran adlı kitabından yola çıkarak şunları söylemektedir;
“Halit, Seniha’nın sahip olamadığı şeye, yani güzelliğe sahiptir. Bu nedenle ağabeyine öfke duyan Seniha, güzelliği ondan koparmaya, Halit’i yok etmeye çalışır. Romanda, Halit’in güzelliği yanında Mükerrem’in ve Nüzhet’in güzelliğine de dikkat çekilir. Seniha, Halit’in güzelliğini ondan koparmaya çalışırken Mükerrem’e ve Nüzhet’e de zarar verir. Bunun nedeni Seniha’nın yalnızca ağabeyinin güzelliğini değil, Mükerrem ve Nüzhet’in güzelliğini de kıskanması olabilir. Seniha’nın kıskançlık duyduğu, kendinde olmadığını düşündüğü, eksikliğini hissettiği güzelliktir. Güzelliğin yanı sıra Seniha ağabeyinin Mükerrem’i sevmesini de kıskanır. Klein’ın belirttiği gibi Seniha “kendi hakkı olan sevginin” Mükerrem tarafından elinden alındığına inanır.”[12]
Roman ve filmde birbiriyle uyuşan en önemli noktalardan biri ise Mükerrem’in Nüzhet’le birlikte olmaktan pişmanlık duyup bunu Seniha’ya anlatmak istemesidir. Seniha yaşanılan olayları fark eder ama her şeye göz yumar. İçten içe abisinin aldatılmasından dolayı mutluluk duyar;
“Ve alabileceği intikamın lezzetini uzun uzun tahayyül ediyor ve bu lezzeti şimdiden ve hazzından ürpere ürpere tadıyordu.”[13]
Mükerrem bu durumdan rahatsızlık duymaya başlar ve artık Seniha’ya her şeyi söylemek ister fakat Seniha şaşırtıcı bir şekilde Mükerrem’e cevap verir;
“Evet, hiçbir şey söyleme. Hem hayatta başkalarının nasihatleri ile değil, kendi muhakemenle hareket etmelisin!”[14]
Mükerrem bu cevap karşısında Halit’i aldattığını itiraf edemez ve kendi içinde muhakeme yaparak Nüzhet ile ilişki yaşamaya devam eder. Filmde ise bu diyaloglar harfi harfine kullanılmıştır. Filmin romana sadık kaldığı unsurlar genellikle diyaloglar üzerinedir. Nüzhet’in annesiyle Seniha’nın Mükerrem ve Nüzhet hakkında yaptığı konuşmalar da doğrudan kitaptan alınmıştır. Seniha artık bu durumun daha fazla duyulmasından tereddüt ederek Mükerrem ve Nüzhet arasında yaşanan ilişkiyi abisine anlatır. Böylece çöküşbaşlamış olur. Abisi Nüzhet’i öldürür, Seniha yalan ifade verir, abisi hapishaneye girer, Mükerrem evi terk eder, Seniha ise şehirden ayrılarak öğretmenlik yapmaya başlar. Seniha, abisinin hapisten çıktığını öğrendikten sonra onunla son kez hesaplaşmak ister. Parasız kalacağını düşündüğü için abisiyle ortak olduğu Erenköy’deki evin hissesini almak ister. Böylece abisinin hissesini de alarak onu evsiz barksız bırakmak alttan alta Seniha’yı tatmin eder. Halit zorla da olsa bu teklifi kabul etmek durumunda kalır ve hissesini satar. Seniha artık küçüklüğünden beri kıskançlık duygusu hissettiği abisinden intikam almıştır fakat bu onu tatmin etmemiştir. Kıskançlık duygusu Halit ölene kadar tüm bedenini sarmış bir şekilde devam edecektir;
“Kıskançlık ateşi, saldırışlarını, sarışlarını ve kemirişlerini senelerce unuttum sandığı kıskançlık ateşleri ihtiyar kızın bütün benliğini yeniden almış, tamamıyla kaplayıp sarmıştı. Ve Seniha artık bunun hep bu şekilde son nefesine kadar süreceğini çok iyi biliyordu. Ancak Ağabeyi kendinden evvel ölürse, ağabeyinin kendinden evvel toprağa verildiğini öğrenirse belki de biraz sükûn bulacak, kendisi iyi kötü yaşarken toprakta toprak olmuş bir ölüyü artık belki de pek kıskanmayacaktı…”[15]
Zeki Demirkubuz, romanı sinemaya uyarlarken, karakterlerin negatif olması ve hikayenin geçtiği 1930’lu yılların siyasi bir şekilde tasvir edilmesinin dışında, kişilerin zaaflarının ön planda olduğu karakterlerden çok etkilendiğini söylemiştir.[16] Enis Batur’un da dediği gibi Kıskanmak negatif karakterleri barındırması açısından özel bir yerde konumlanmıştır. Seniha’nın bütününü kaplayan bu kıskanmak duygusu onu adeta tıpkı Aşk-ı Memnu’nun Bihter’i gibi femme fatale bir tavra sürüklemiştir. Erkekleri cezalandıran, evlilik ve aile kurumlarını yerle bir eden bu imge Seniha’da oldukça başarılı şekilde işlenmiştir. Romanların hacimlerinden dolayı uyarlama filmler genellikle aksar. Bu aksama Kıskanmak filminde hissedilse de yönetmen hikâyenin temel direklerine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Seniha hem edebiyatta hem de sinemada femme fatale imgesinin başarılı örneklerinden biri olarak tarihteki yerini almıştır.