Absürt Kara Komedi, Meta Fetişizmi, Obsesif Kompülsif Kişilik
2019’da enteresan olmakla birlikte benzerine pek de rastlamayacağımız iki film izledim; birincisi Ali Abbasi’nin “nordik kara film”i Sınır (Gräns /Border), ikincisi ise Quentin Dupieux’nin “absürt kara komedi”si Deri Ceket (Le Daim/ Deerskin). İkisini de çok sevdim, çok başarılı yapımlar olarak buldum. Ülkemizde her iki filmden de yeterince ve hakettiğince bahsedilmediği kanaatindeyim.
Deri Ceket, dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nin ‘Yönetmenlerin 15 Günü’ bölümünde yaptı ve yönetmeni Dupieux, bu filmiyle önceki filmlerine nazaran daha fazla övgü aldı. Ancak şunu baştan belirtmeliyim ki, bu film eleştirmenleri dahi ikiye bölmüş durumda. Seveni de, hiç sevmeyeni de çok; seyircideki yansıması da bu yönde. Hatta çoğu seyirciden “ee ne izledim ben şimdi, komik bulmadım” gibi serzenişler duydum. Maalesef filmin türüne dair çoğu internet sitesinde “komedi” ibaresini gördüm, haliyle filmi salt bu beklentiyle izleyenler ya da sinemadaki tercihi ana akım filmlerden öteye geçmeyenler hayalkırıklığına uğrayacaktır, ancak bundan sıyrılıp filmin alt metin okumasına kafa yoranlar için seyir zevki yüksek bir film demek hiç de abartı olmaz.
Karısı tarafından terk edilmiş ve her şeyini kaybetmiş bir adam olan Georges , bir gün yaşlı bir adamdan 70’lerden kalma, taba renginde, süet, bolca püskülleri olan (satan adamın dediğine göre tek bir püskülü bile zarar görmemiş) bir deri ceketi epey yüklü bir meblağ karşılığında satın alır. Yaşlı adam, sanırım aldığı paraya karşılık jest olsun diye, Georges’a eski ve hala iş gören el kamerasını hediye eder. Georges, ceketine tutku ile bağlanmaya başlarken, başkalarının değil deri ceket, herhangi bir ceket/mont sahibi olması fikrini bile kabul edemez. Sokakta ceketli olarak rastladığı, hatta filmi için verdiği ilana gelen insanları kamerasına alır ve onlara şu cümleyi söyletir;
“Hayatım boyunca bir daha asla deri ceket giymeyeceğime yemin ediyorum”
Hatta filmin ilk sahnesi böyle müthiş bir planla başlar; iki erkek, bir kız, üç genç bu cümleyi sırayla tekrarlayıp ceketlerini/montlarını Georges’un arabasının bagajına koyar. Sonrasında Joe Dassin’in o güzel klasiği ‘Et Si Tu N’existais Pas’ şarkısı eşliğinde Georges yol alırken, detay planı çekilmiş araba lastiğinin üzerinde filmin adı belirir “LE DAIM” … Burada yönetmen, bilinirliğini sağlayan ve festivallerde epeyce boy gösteren filmi Lastik (Rubber) ‘e bir selam çakmış olabilir, ne dersiniz?
Georges karakterine hayat veren aktör, Oscar ödüllü Jean Dujardin, başroldeki kadın oyuncu ise Adèle Haenel. Georges , Adèle Haenel’in canlandırdığı Denise karakteri ile ilk kez, kaldığı otelin barında karşılaşır, Denise garsondur , Georges’a viskisini verdikten sonra bardaki diğer kadınla sohbetine devam eder. Georges, hiç alakası yokken kadınlara “Ceketimden mi bahsediyorsunuz?” der. Kadınlar şaşırmış bir halde “neden ceketinizden bahsedelim ki ?” şeklinde cevap verirler. Georges ise “Herkes bahseder de ondan, beni sokakta durduranlar olur” der. Bu arada onlar konuşurken fonda Claudja Barry’den ‘Love For The Sake of Love’ şarkısına kulak kesileniniz oldu mu hiç? Sözler manidar;
You and me baby
We belong together
We were made for each other
You really can get it on
Me and you baby
We’re so strong together
Nothing can take us apart
As long as we can share
Love for the sake of love
Şarkılardan özellikle bahsediyorum, çünkü Fransız yönetmen Quentin Dupieux , “Mr. Oizo” mahlasıyla bilinen bir tekno ve elektronik müzik DJ’i , yayımlanmış 9 albümü mevcut.
Şarkının “We are so strong together / Biz birlikte çok güçlüyüz” dizesi adeta Georges &Denise işbirliğine işaret etmekte. Denise de sinema sektöründendir, montajcıdır, ancak iş bulamadığı için garsonluk yapmaktadır. Kendisini film yapımcısı olarak tanıtan Georges, çektiği görüntüleri Denise’e montajlaması için verir. Ayrıca beş parasız kaldığı için de Denise’in parasını tırtıklamaya başlar. Görüntüler başlangıçta Georges’un ceketiyle konuştuğu ve ceketinin de ,kendi seslendirmesiyle, kendisiyle konuştuğu basit görüntülerden ibarettir. Denise’in Georges ile bu görüntüler hakkında konuştuğu sahne, filmin mesajını birebir veriyor aslında; “Bu filmin ana konusu bu ceket, senin ceketin. Daha net ifadeyle hepimizin saklanmak için bir kabuk giymesi. Bizi dış dünyadan koruyan kabuk. Değil mi, yoksa sallıyor muyum?”
Ceketini obsesyon haline getiren Georges’un hikayesi , ceket giyen tek adam olma hedefiyle kanlı bir yola girer. Daha fazla kan, daha fazla aksiyon görüntüsü karşılığında para bulma sözü veren Denise ise “parayı ben veriyorum madem, yapımcı da benim” diyerek bu oyundaki yerini sağlamlaştırır. George’a kenarları püsküllü, aynı renk, nubuk pantolon hediye ederek de güvenini, sevgisini gösterir bir şekilde. Otelde intihar eden adamın deri şapkasını, bir mağazadan aldığı deri kovboy çizmeleri ve en son da Denise ile aldıkları deri eldivenleriyle tüm bedenini donatıp ,adeta filmin metaforu olan ceylana dönüşen Georges, bundan böyle artık avcı değil, av olduğunun sinyalini vermeye başlar. Şok eden finalinden sonra , şahsen Denise’in hikayesini anlatan ikinci filmin de çekilmesi taraftarıyım.
Filmin ana rengi kahve, taba, sarı&krem tonlarındayken, kostümlerin, duvarların, duvar kağıtlarının, mobilyaların,perdelerin, battaniyenin, abajurların hepsi bu bütünlüğü sağlayan tonlarda kullanılmış. Bu doğal tonlar ve kullanılan yumuşak ışığa tezat kafi planlara sığdırılan şiddet unsurlarıyla, meta fetişizmini ,bu fetişizmi kullanan sanat camiasına, en çok da yozlaşan sinema sektörüne kendi sinemasıyla eleştiri getiren sade ,ama sadeliği kadar güçlü bir film Deri Ceket. Mesajını gözümüze sokmadan, hileye başvurmadan, gerektiği kadar sürede, tekrara düşmeden anlatan filmler benim için ayrıca kıymetli. Sıradışı, şaşırtıcı, özgün hikayesi; sade bir anlatım dili ve oyunculuk performansı ile senenin es geçileni Deri Ceket’i siz es geçmeyin, izleme listenize muhakkak alın.