COCO CHANEL & IGOR STRAVINSKY

Coco Chanel & Igor Stravinsky (2009), Anna Mouglalis, Mads Mikkelsen

1900’lerin başında, I. Dünya Savaşı’nın sürdüğü, dünyanın çeşitli yerlerinde -özellikle Rusya’da- devrimlerin ve büyük siyasal ve sanatsal değişimlerin yaşandığı bir dönemde, Fransa’da, çok ünlü bir besteci olan Igor Fyodorovich Stravinsky ile Paris’in yakından tanıdığı, dönemin -tabii bugünün de- ünlü giyim markasının yaratıcısı, modacı Gabrielle Bonheur Chanel, namıdiğer Coco Chanel’in arasında geçen tutkulu aşka tanık oluyoruz. Başrollerini Anna Mouglalis ve Mads Mikkelsen’in paylaştığı filmin yönetmen koltuğunda ise Jan Kounen oturuyor.

Film, uzun bir sahne gösterisi ve seyirciler arasında çıkan kavgayla başlıyor. Girişte, 29 Mayıs 1913’te Paris’te Théâtre des Champs-Élysées’de gerçekleşen ve seyircilerin esere gösterdiği tepki yüzünden çıkan olaylarla son bulan, Igor Stravinsky’nin Rite of Spring (Bahar Ayini) adlı eserinin premier gecesi canlandırılmış. Sanatçının o dönem için ne kadar yenilikçi ya da izleyicinin ne kadar gelenekçi olduğuyla ilgili eleştiriler ise olaylı gösteri sonrası kuliste yapılan bir sohbetle bize de anlatılıyor. (Eserin bestelenmesi ve olaylı geçen premier hakkında detay merak edenler için bknz: The riot at the Rite: the premiere of The Rite of Spring; Ivan Hewett, 2016, British Library Website)

Kabul Görmeyen İki İkon

Rusya’daki devrim sonrası ailesi ile birlikte Fransa’ya yerleşen ama geçim sıkıntısı yaşayan Igor Stravinsky, Paris’te orkestrsa şefliği, piyanistlik gibi işler yapar. Ancak sanatsal anlamda yaşadığı döneme ve ortama göre fazla yenilikçi kalır ve kabul görmesi pek kolay olmaz. Tam da tutunmaya çalıştığı bu dönemde ‘Coco’ ile tanışırlar. Aslında bir yönden bakıldığında toplum tarafından kabul görmeyen bir diğer simge isim de Coco Chanel’dir. Erkek egemenliğin sosyetede bile hakim olduğu, savaş sonrası fakirliğin yaşandığı bir dönemde; yalnız, zengin ve güçlü bir iş kadınıdır. Moda kavramı bile henüz net bir şekilde saygı görmemektedir. Stravinsky’nin de dediği gibi, Coco bir sanatçı değildir neticede, terzi dükkanı olan, kesip diken bir kadındır sadece.

Coco Chanel & Igor Stravinsky (2009), Anna Mouglalis

Coco’nun Igor’u, eserini bir türlü bitirememekle ve üretken bir sanatçı olmamakla suçladığı, Igor’un ise Coco’yu sanatçı olarak görmediği, yaptığı işi terziliğe kadar indirgeyen bakış açısıyla ikilinin arasındaki ego savaşına tanık oluyoruz. Bu iki karakterin kendilerini dünyaya kabul ettirme mücadelelerinde ortak nokta bularak bir araya geldiğini düşünebiliriz. Ancak bu gerekçe bir süre sonra aralarındaki çatışmanın da temel sebebi oluyor ve ipleri kopma noktasına getiriyor.

Bu bölümde film, bir belirsizliğin içine atıyor seyirciyi, karakterlerle empatiyi en çok bundan sonrasında yapmaya başlıyoruz. Stravinsky’nin ailesinin önünde neredeyse ulu orta yaşanan bir aşk-ı memnu, yaşadıkları malikanenin çalışanlarının konuya gösterdiği hoşgörü seviyesindeki açık fikirlilik gibi olgular, yakın çevrelerinin tutumunu yansıtıyor. Ayrıca, ara sıra kadraja giren sosyete üyelerinin ağzından duyduğumuz kısa ama basit repliklerle aslında bu ilişkiyi tüm Paris’in biliyor olduğu gerçeği alttan alta ‘sızdırılıyor’ seyirciye.

Coco Chanel ve Igos Stravinsky haricindeki tüm karakterlerin ve dünyanın flu bırakıldığı, hikayeye girmesi gerektiğinde de eser miktarda serpiştirildiği, fazlasıyla kıvamında bir senaryo ile yola çıkılmış. Igor’un eşi Katarina’nın, Coco’ya bir mektup bırakarak gitmesiyle filmin kırılma noktasına ulaşıyoruz. Sonrasında, Coco ve Igor’un arasındaki ilişkinin sona erişini ve Igor’un eserini bitirirken yaşadığı sancılı süreci izliyoruz.

Senaryo, Katarina’nın müdahalesiyle iki kadının hayata bakış açılarını çarpıştırıyor ve ahlak-özgürlük ikilemine giriyor ama iki kadını karşı karşıya getirmiyor. Belki dönemin belki de günümüzün çerçevesinden bakarak; hiçbir erkeğe ‘ait olmak’ istemeyen, herhangi bir erkeğin egemenliğine girmeyi arzulamayan, kendi başarılarını inşa eden bir kadının, filmdeki tabiri ile ‘özgürce davranması’ ve ahlaki olarak buna saygı duyulup duyulamayacağı tartışmasına düşüyoruz. Burada feminist bir okuma yapmak mümkün ancak bunu uzun uzadıya yazmayı gereksiz görüyorum. Çünkü film bu konuda tartışmayı çok geniş bir alana yaymıyor, ayrıca kendince objektif bir sonuç da çıkarmıyor. Katarina’nın mektubu sonrasında Coco’nun yaşadığı ilişkiyi bitirmesiyle -ki bunu uğruna dünyayla mücadele ettiği özgürlüğü sayesinde yapabiliyor- ‘aslında doğruları yapan bir kadın’ resmi çiziliyor.

Oyunculuk

Filmde, oyuncular genel olarak gayet iyi. Özellikle Anna Mouglalis ve Mads Mikkelsen uyumu filmin bütün yükünü sırtlıyor. Mads Mikkelsen, filmin Fransızca olmasının en başta kendisini düşündürdüğünü, canlandırdığı karakterin de derinliğiyle birleşince rolün daha da zorlaştığını söylemiş. Kendisinin tevazu gösterdiğini söyleyelim biz de.

Coco Chanel & Igor Stravinsky (2009), Mads Mikkelsen

Özellikle filmin girişindeki o uzun bölüm için oldukça iyi hazırlık yapıldığı belli. Bir salon dolusu figüran ve sahnedeki oyun, o kaos içerisinde önemli detayların canlandırılması; üstelik bunu yaparken o olaydan yıllar sonra Igor Stravinsky’nin anılarında yazdığı detayları canlandırmak kolay olmasa gerek.

Gabriel Yared’in Müzikleri

Fransızca çekilen, içerisinde çokça da Rusça duyduğumuz filmde, müziklerde en çok Igor Stravinsky’nin eserlerinden faydalanılmış. Bununla birlikte film müziklerinde besteci olarak Gabriel Yared seçilmiş. [L’amant(1992), The English Patient(1996), The Talented Mr. Ripley(1999), Cold Mountain(2003), Das Leben der Anderen(2006), Chocolat(2016)]. Sinematografi olarak güzel olan film, müzikal olarak da başarıyı yakalamış.

En nihayetinde; belki biraz magazin ama, böylesi ikonik karakterleri bir araya getiren, hayatlarında kesişimler oluşturan olaylar hep çok ilginç gelmiştir bana. Bu tür olayların anlatıldığı başarılı dönem filmlerinin tadı hep daha akılda kalıcıdır. Tarihten uyarlama olan filmlerde gerçekle kurulan bağları sorgulamayı sevenlerden değilim, çok büyük yanlışlar yapılmadıkça senaristlerin tercihi olarak görürüm yapılan işi. Fakat her şey bu kadar iyiyken; tartıştırabileceği o kadar konu olmasına rağmen etliye sütlüye karışmadan kurgulanan senaryo, filmin notunu ciddi biçimde düşürüyor. Çok fazla derinlik beklemeden, keyifli bir dönem filmi izlemek için vakit ayırmaya değer.

Diğer Yazılar: Halil İbrahim Erdoğan
MULAN
Mulan, aslında adını bir şiirden alan, kökü çok eskiye dayanan  bir Çin...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir