Bİ KÜÇÜK EYLÜL MESELESİ

“Mutluluğun; sana verdiği tatili yaşıyor, Bir açılıp bir kapanıyor kirpiklerin, Bilmem alınır mısın söylersem, Unutulmuş bir çirkinlikten başlıyor güzelliğin.(Edip Cansever)”

Bu mesele öyle pek de küçük bi Eylül meselesi değil esasında. Eleştirimin sonuna kadar kendim bile bekleyemeden, bu filmi izlemeniz gerekenler listenize eklemeniz gerektiğini peşinen söyleme arzum, bu meselenin ne denli derin olduğunun kanıtıdır…

Hayatta istediği her şeye sahip, güzel, hayatı dolu dolu yaşayan ve neşesiyle çevresine de neşe saçan Eylül’ün (Farah Zeynep Abdullah) bu hayatı, geçirdiği trafik kazası ile hafızasını kaybedip yaşamının son bir ayını unutunca tepetaklak oluyor. Özünde; geçirdiği kazanın sebebi de bu son bir ayda yaşadıklarının sonucu ile birlikte geliyor. Yeri gelmişken söylemekte fayda var; filmi benzeri filmlerden farklı kılan en önemli unsurlardan biri de yukarıdaki girift yapının filmin içine de ustalıkla işlenmesinden kaynaklanıyor.

Eylül’ün geçirdiği kaza sonrasında -ailesinin ve arkadaşların tüm uğraşlarına rağmen-  bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkına varmasıyla birlikte izleyiciyi sürükleyen, heyecanlandıran, meraklandıran ve mutlu eden olaylar dizisi de peşi sıra gelmeye başlıyor.

Sevgilisi ve arkadaşlarıyla birlikte tatile gittiği Bozcaada’da; yaşamını adada sürdüren, kimsenin kendisi olduğunu bilmediği ancak çokça bilinen bir gazeteye karikatür çizen, yapı olarak da diğer insanlardan biraz “farklı” olan ve kendi halinde bir yaşam süren Tek (Engin Akyürek) ile tanışan Eylül, zamanla kendini Tek’e kaptıracaktır. Ancak daha önce tatmadığı heyecanı, mutluluğu, sürprizleri onu mantığı ile duygusu arasında karar almasına sürükleyince, Eylül de sonradan çok pişman olacağı bir karar ile mantığıyla hareket edecektir.

Filmin sonu, bütününü küllen etkilediğinden hem sonundan bahsetmek istemiyorum hem de gelişme sahnelerinden fazla detay vermek istemiyorum.

Film; konu, kurgu, mekan ve oyunculuk bakımından güzelce harmanlanmış ve izleyiciye sunulmuş. Romantik komedi-dram alanında zaten çok çeşitli konu bulunmamasına rağmen, film sıradanlığın dışına çıkmayı başararak belki de ancak Hollywood filmlerinde izleyince zevk alabildiğimiz bir film olmayı başarmış diye düşünüyorum.

Kurgu bakımından ise film hem geçmişi hem de günümüzü iç içe geçmiş bir şekilde ele alıyor. Bu durum ilk başta “aman inşallah zaman geçişleri abartıya kaçmaz” dedirtse de filmi izledikçe bu durumun gayet ayarında sunulması filmi zevkle izlenilir kılan diğer sebeplerden. Filmin senaryosunu Kerem Deren’in yazmış olması bu iç içe geçmiş yapının çok da şaşılası bir durum olmaması gerektiğini gösteriyor. Zira Kerem Deren, pek çoğumuzun nefesine tutarak izlediği Ezel dizisinin de senaristi. Artık her bölümde şaşırmaktan, şaşırmadığımız bölümlerde şaşırmadığımıza şaşırır hale gelmiştik hatırlarsanız (:

Konu, senaryo, kurgu güzel olunca bunları bizlere aktaran oyunculara daha fazla iş düşüyor. Gerek Farah Zeynep Abdullah gerekse Engin Akyürek abartıya kaçmayan, olması gerektiği gibi oynamışlar rollerini. Özelikle Farah Zeynep, hafızasını yitirdikten sonra geçirdiği psikolojik çöküntüyü, geçmişi hatırlama / hatırlayamama sürecindeki çıkmazı, ustalıkla izleyiciye aktarabiliyor diye düşünüyorum. Engin Akyürek’in canlandırmış olduğu Tek karakterindeki “kendi halindelik”, “yalnızlık” ve “hafif deli” halinin sebebini tüm film boyunca bekledim ve bir noktada değinilecektir diye düşündüm ama maalesef göremedim. Herhalde karakterin oluşumu izleyiciye bırakılmış olsa gerek diyerek olumsuz nitelendirebileceğim bu durumu görmezden gelmeyi tercih ediyorum.

Filmin büyük çoğunluğu Bozcaada’da geçiyor ve filmden çıktıktan sonra mutlaka oraya gitmeniz gerektiği hissine kapılıyorsunuz. Burada elbette görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin hakkını ayrıca vermek gerek. Issız Adam, Bir Zamanlar Anadolu’da, Kelebeğin Rüyası ve Kış Uykusu başta olmak üzere, beyazperdede çokça ses getirmiş filmlerin görüntü yönetmeni koltuğunda oturan Tiryaki, bu filmde de kendine düşen görevi fazlasıyla yapmış görünüyor.

Filmin İstanbul ayağındaki mekanlar ve sahneler ise her ne nedense bana Amelie filmini anımsattı ve bu durum benim filme olan ilgimi bir kat daha arttırdı diyebilirim.

Film ile ilgili değinilmesi gereken birkaç isim daha var ki bunlar da filmin kurgusunu üstlenen Aylin zoi Tinel, filmin müziklerini yapan Toygar Işıklı ve ayrıca Tek karakterinin filmde çizdiği karikatürlerin gerçek sahibi Erdil Yaşaroğlu da ana karakterin gizli yeteneğinin gizli kahramanı olmuş oluyor.

Bu güzel yaz akşamlarında ne izlesem ne izlesem diye düşünüyorsanız, işte size “bi küçük eylül meselesi”…

Diğer Yazılar: Mustafa Emre Şeyh Ahmet
Robert De Niro’nun Oscar Yolculuğu
Gerek günümüzde gerekse geçmiş yıllarda sinemanın en büyük organizasyonu olarak gösterilen Oscar...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir