İlk filmler kişiseldir. Hep öyle olmuştur. Kişisel olanı bozup yeniden kurarsın; o kurma hali de sana başka bir ufka bakmayı öğretir. Belki bu yüzden, ikinci filmini göremediğimiz ama kalbimize bir yerden dokunan o ilk filmleri unutsak bile hep hatırlarız. Yönetmenlerini değil belki ama filmin içimize bıraktığı o tuhaf hissi.
Necmi Sancak’ın “Ayşe”si de böyle bir yerden besleniyor. Kuzenlerinin hayatından. Aile içi bir hikâyeden yola çıkıp, bir kadının omuzlarına yüklenen görünmez bakım emeğini hem toplumsal hem de sinematik bir meseleye dönüştürüyor. Çünkü Ayşe’nin hikâyesi, aslında devletin yerine getirmediği bakım sorumluluğunun bir kadının vicdanına bırakılmasının trajedisi.
Makul Kadın’ın Sessizliği
Ayşe, toplumun “makul kadın” tarifine tıkır tıkır uyan bir figür. Sessiz, sakin, hep anlayışlı. Fedakârlığını hiç dert etmeyen, talep etmeyen, karşılık beklemeyen biri. Böyle oldukça da kutsanıyor. Kadınların üzerine yüklenen bakım sorumluluğunun görünmez oluşu tam da buradan doğuyor. Temizliği, yemeği, duygusal emeği geçtim; çocuk, yaşlı, hasta, engelli fark etmeksizin bakımın esas yüklenicisinin hâlâ kadınlar olduğu gerçeği hepimizin bildiği, yine de konuşmaktan kaçtığı bir şey.
Bu iş hep mi kadının boynunda? Evet, çoğu zaman öyle. Aile araştırmaları da bunu doğruluyor; bir erkek eşini kaybettiğinde yeniden evlenme ihtimali bir kadından çok daha yüksek. Erkek yeniden hayat kurabiliyor; kadınsa çoğu zaman “bakım devam ediyor” diye hayata ara veriyor. Ayşe’nin çıkmazı da buradan başlıyor. Yönetmenin asıl sorusuysa çok naif ve çok acı: “Ya Ayşe başka bir hayat kurabilseydi?”
Film bu soruyu, Dardenne’lerin “Rosetta“sını hatırlatan, Ayşe’nin nefesini kaçırmayan, izleyiciyi onun adımlarına bağlı tutan bir kamera diliyle büyütüyor. Ayşe konuşmasa bile duyuyoruz onu, o sessizlik aslında bütün bakım emeğinin sesi.

Sosyal Devleti Gördüm
Ayşe’nin hikâyesi sadece bireysel fedakarlığın değil, sosyal devletin görünmezliğinin de hikâyesi. Engelli bir bireyin bakımının aileye, özellikle de bir kadına devredildiği bir ülkede Ayşe’nin sigortasız, karşılıksız, “fiilen hemşire” oluşu öyle olağan karşılanıyor ki… Desteklenmediği için de eksik kalıyor. Rıdvan’ın eğitimine, beslenmesine yetemiyor. Kimse de bunu sorgulamıyor bile.
Oysa kamusal destek olması gereken yerde yok. Rıdvan’ın bakımı Ayşe’nin vicdanına bırakılmış durumda. Bu görünmez emek, duygu, zaman, yorulma, tükenme… Hepsi sessizce Ayşe’nin omzunda birikiyor. Film, şehirle köy arası belirsiz bir mekânda geçerek bu yükün aslında evrensel olduğunu anlatıyor. Yalnız bir evin hikâyesi değil bu; memleketin onlarca, yüzlerce evinde tekrar eden bir yara.
Estetik Sadelik: Binnur Kaya’nın Gücü
Filmin en büyük gücü Binnur Kaya’nın varlığı. Senaryoya da katkı veriyor. Abartmadan, dramatik yığmalar yapmadan, ince bir yerden anlatmayı seçiyor yönetmen. Müzik yok denecek kadar az, tempo dikkatle ayarlanmış; duyguyu söze değil izleyenin içine bırakan bir dil. Filmin süresi de 75 dakika ile bu sadeliği tamamlıyor.
Bu yüzden filmi uzun uzun “ne oldu”larla anlatmak da anlamsız. Ayşe’nin sessizliğini hissetmek, çoğu zaman kelimelerden daha güçlü.
Bir Şarkının İçimize Çöküşü
“Yine başımda sevdan
Ah le yâr yâr
Geceler kara zindan”
Finalde Ayşe bavulunu toplamaz. Bir karar anı gelmez. Tam tersine, hayatın ağırlığı bir süre daha onun yerine karar vermeye devam eder. Recep ambulansı takip etmeyi bırakır. Bir direksiyon hareketiyle bir ihtimalin sönüşünü izleriz. Hayat bazen böyle biter: Büyük patlamalarla değil, küçük bir vazgeçişle…
Ayşe’nin içindeki ataleti kıracak gücü olup olmadığını bilemeyiz.
Film, tam da bu belirsizliğiyle etkisini çoğaltıyor.
Bir Göründüm Bir Yok Oldum
“Ayşe” festivallerde dolaşırken ödüller aldı, iyi karşılandı, konuşuldu. Ama filmin yolculuğunun önüne görünmez duvarlar da örüldü. Bunun adına sansür, engelleme ya da sistemli politik baskı deyin.
Ayşe’nin emeği nasıl görünmez bir duvara çarpıyorsa, filmin kendisi de görünmez bir duvara çarpmış gibi.

Yönetmen ve ekibi filmi şehirlere kendileri taşıyarak, izleyiciyle birebir temas kurarak dolaşmayı seçti. Seçmeye zorlandılar. Belki bir şehirde karşınıza çıkar. Çıkarsa annenizi, halanızı, teyzenizi de alın gidin.
Filme politik sos eklemeden, tartışmanın gürültüsüne kapılmadan, sadece Ayşe’nin ağırlığını olduğu gibi kabul edin.

