Dünya genelinde her 68 çocuktan birine otizm teşhisi konuluyor. Fakat bir dakikalığına tüm doktorların çocuklarımız hakkında ne söylediğini bir kenara bırakalım. Ya yanılıyorsak? Ya otistik çocuklardaki zekayı ölçmek için yanlış testler uyguluyorsak? Eğer dünyanın çocuklarımızdan beklentiye girmesine izin verirsek daha da alçalmaya başlarlar. Belki de sanılanın aksine çok daha büyük kapasiteleri vardır. Sadece bunu bize nasıl söyleyebileceklerini bilmiyorlardır. Ya da hala nasıl dinlememiz gerektiğini öğrenememişizdir.
2011 yapımı Warrior filmiyle tanıdığım Gavin O’Connor’ın yeni filmi The Accountant’ın, bin dereden su getirmeye çalışan cesur bir film olduğunu söylemeliyim. Kapısını yumrukladığı birçok ögenin, filmin bünyesine sinmesi için yoğun bir çaba harcanmış. Sayılarla kafa patlatan otist bir muhasebecinin empati kastıran hayatından tutun, FBI, mafya içi anlaşmazlıklar, katiller, kirli paralar gibi cezbedici pek çok konuya temas söz konusu. Fakat böylesi konuların üstünden layıkıyla geçmeyi başarabilseydi şuan “bir Scorsese filmi” edasıyla yazıma devam ederdim. Dediğim gibi The Accountant kapıları sadece yumruklamakla kalmış, bir türlü açamamış.
The Accountant öyle bir film ki, ‘daha iyi yazılsa yıllarca unutulmazdı’ diye düşünmeden edemedim. Ortaya atılan fikir bayat değil, fakat konu ve karakterler çok fazla dağınık. Tüm bu dağınıklığı sonuna kadar ayakta tutup gizem yaratmak istenmiş ama finalde her şeyi bir yapboz gibi birleştirmekte başarısız kalınmış. Bazı şeyler havada kalmış gibi. Ayrıca yan karakterlerin filmin ana hikayesine katkısı oldukça az. Tüm bunlar birleşince var olan potansiyelinin The Accountant altında kalıyor maalesef.
Dediğim gibi The Accountant belli bir potansiyele sahip olduğu için senaryosundaki kötü işçiliğe rağmen sempatik bir film olmayı başarmış. Aksiyon sahneleri tatmin edici düzeyde. Ayrıca otizmle başlayan hikayenin filme katkısı oldukça yüksek. Otist bir çocuğun zincirlerini kırmasında babasının sert eğitiminin rolünün olması makul gelebiliyor. Otist insanları fark etmemiz gerektiğini, finaldeki hoş sürprizlerle daha iyi anlayabiliyoruz. Tüm bunlara otist bir anti-hero’yu canlandıran Ben Affleck’in oldukça hoş performansı da eklenince bahsettiğim olumsuzluklar biraz olsun unutuluyor. Fakat gene söylüyorum, ‘daha iyi yazılsa yıllarca unutulmazdı.