Kuzeyden Gelen Işık; Dogma 95

Avrupa sinemasına baktığımızda son yüzyılda farklı atılımlarda bulunuldu. Özellikle İtalyan yeni gerçekçiliği ve Fransız Yeni Dalgası bu atılımların başını çekti de diyebiliriz. Son çeyrek yıla baktığımızda akılda kalan önemli atılımlardan birisi tabi ki Dogma 95…

1995 yılında bir yemek masası etrafında sinemaya değerli öğrenciler yetiştiren Danimarka’da, Lars von Trier ve Thomas Vinterberg sinemada abartıya ve yanılgıya karşı aynı zamanda sinemaya yeni bir soluk getirmek için bir manifesto yemini ederler. Bu ikili bu manifestonun başını çekmektedir. Daha sonra ikiliye dahil olan Kristian Levring ve Søren Kragh-Jacobsen bu manifestoyla sinema dünyasına avangart bir akım sunarlar. Peki neden avangarttı? Çünkü o döneme kadar alışılagelmiş bazı teknik kurallara karşı, kendi kanunlarını bu manifestoyla sinema dünyasına sunmuşlardır. Sinema ucu bucağı olmayan ve sınırları pek de belirgin olmayan bir sanat dalı, fakat koydukları kurallarla bu dala bir sınır da getirmişlerdir. Nedir bu kurallar:

-Çekimler stüdyo dışında yapılmalıdır. Yeşil perde ve efektler kullanılmamalı ve hikaye bunları gerektiriyorsa, ona göre mekan seçimi yapılmalıdır.

-Ses kesinlikle görüntüden ayrı üretiliyor olmamalıdır. Filmde müzik varsa da bu sahne içerisinde üretiliyor olunmalıdır.

-Kamera elde taşınıyor olunmalıdır. Tripot kullanımı yasaktır. Bu nedenle oluşacak hareketlilik serbesttir. Film kameranın olduğu yerde değil kamera sahnenin olduğu yerde olmalıdır.

-Film renkli olmalıdır. Doğal ışık kullanılmalıdır. Eğer çekilecek sahne de az ışık sorunu varsa kameraya yerleştirilecek bir ışıkla bu sorun çözülmelidir.

-Filtreler ve optik numaralar yasaktır.

-Film, gelişigüzel aksiyon içermemelidir. (Öldürme, silahlar, vs. bulunmamalıdır.)

-Filmde coğrafi ve zamansal yabancılaşmalar olmamalıdır. Film burada ve şimdi geçiyor olmalıdır.

-Film formatı 35 mm olmalıdır.

-Yönetmenin adı jenerikte geçmemelidir.

Bu kurallarla amaçlanan hedef, birçok özellikteki gibi doğallık ve prodüksiyonu minimalize ederek sinemada kozmetik etkisini ortadan kaldırmaktı. İmzaladıkları manifestoyla buna aralarında Bekaret yemini (Vow of Chastity) adını vererek film üretiminde yapaylığa karşı bir başkaldırı sözü vermişlerdir.

Dogma 95 manifestosu birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Sinema teknolojinin de paralelinde gelişmekte olan bir sanat dalı, bu katı kurallar sinema sanatının ileriye taşınmasına bir engel teşkil eder mi? Ki Trier ve Vinterberg önderliğinde oluşan bu akıma, ne Trier ve Vinterberg ikilisi ne de diğer yönetmenlerin tamamıyla uyamadığını ve kariyerlerindeki filmlerin sadece bir kısmının Dogma 95 kapsamında olduğunu düşünürsek haksız bir görüş de sayılmaz. Diğer bir taraftan bakacak olursak da şöyle bir yanı da olan bir akım bu, özellikle yapım şirketlerinin ele geçirdiği, sinemaya yön vermeye ve sinema sanatının sadece eğlence ve popcorn kültüründen ibaret olmadığını göstermeye çalışan bağımsız sinemacıların, zar zor ayakta durduğu bu düzende, prodüksiyon olgusunu ortadan kaldırmaya çalışan Dogma 95, bir yönüyle de sinemaya atılımda bulunmak isteyen birçok genç yönetmeni de cesaretlendiriyor diyebiliriz. Şu bir gerçek ki sinema maliyetli bir iş, bu işin üstesinden maddi olarak kalkamayacak ve değerli fikirleri olan atılımcılar içe dönük fikirlerini bu tarz avangart akımlarla dışarıya vurabiliyor. Bu sorular ve görüşler cevabı olmayan cevabını sadece bu akım önderlerinin verebileceği sorular. Ama sonuca bakacak olursak kuzeyden gelen bu ışıkla, Dogma 95’e bu zamana kadar bu topluluk dışında da birçok yönetmen, hatta bazı yerli yönetmenlerimiz de  filmler çekti.  Dogma 95 ‘in kendi internet adresinde bu filmlerin bazılarına da bakabilirsiniz (www.dogme95.dk).

festen-dogma-95-fikrisinema

Akımın  bu kadar içine girmişken Dogma 95’ in ilk filmi olan Thomas Vinterberg’in yazıp yönettiği Festen, diğer adıyla The Celebration (Şölen) filminden de ufaktan bahsedelim. Film Dogme No :1 diye de geçmekte. Danimarkalı üst sınıf diye tabir edebileceğimiz bir ailenin büyük babasının, 60. yaş gününe özel evinde düzenlediği bir yemek ve bu yemekte o güne kadar, gün yüzüne çıkmamış, insanları şaşkına uğratacak ve bir o kadar çarpıcı bir sırrın açığa çıkmasını konu alıyor. Sıradan bir havayla devam eden film, evin küçük erkek çocuğu Christian’ın söz hakkı alıp konuşmaya başlamasıyla şok edici bir havaya bürünür. Prodüksiyon kullanımı oldukça yalın olan filmde, sanki yönetmen o yemeğe katılmış ve el kamerasıyla yaşanan olayları bize bir bir aktarıyor hissi veriyor. Bu da zaten akımın amaçlanan en temel özelliği, 1998 yılında çekilen film eleştirilere ve yapılmasının imkansız olacağı Dogma 95’in katı kurallarına bir yumruk gibi inerek beraberinde birçok ödülü Thomas Vinterberg’e getirdi.

Bu yazı FikriSinema ekibine yeni katılan Furkan Aşkın tarafından kaleme alınmıştır.

Diğer Yazılar: Furkan Aşkın
Rüzgarda Salınan Nilüfer
Çoğunluk filmiyle Venedik Film Festivali’nde adından söz ettiren ve “Geleceğin Aslanı” ödülünü...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir