Ödül, Emek ve Senaryo Sorunsalının Işığında “Boyhood”
Richard Linklater, Before serisinden bildiğimiz üzere, zaman mefhumu üzerinde duran ve bunu sinemasının merkezine yerleştiren biri. Zamanın kişilere, ilişkilere ve olaylara etkisini irdeleyen, karakterlerin yaşadığı değişimler ve dönüşümler üzerinden okumalarda bulunmayı seven Linklater’in son filmi “Boyhood”, yine zamanın üzerine inşa edilmiş bir eser; Before serisinden farklı olarak, 9 yıllık araların yerine bu defa gerçek zamanlı 13 yıllık sürece yayılan bir hikâye ile karşı karşıyayız. Filmin ne olduğuna dair söyleyeceklerim bu kadar, o kısımlarla ilgili yeterince söz söylendi zaten; söylenen sözlerde ve yazılanlarda ön plana çıkan birkaç husus üzerinde durmayı istiyorum.
İlki, Boyhood’un aldığı ve alacağı ödüller. Ödül sezonunun açılmasıyla başlayan tartışmalar hepimizin malumu, beğenilerin bu denli farklılaştığı bir dalda herkesi memnun edecek kararların çıkması beklenmemesine rağmen bazı dönemlerde beğenmeme durumu bir isyana dönüşebiliyor, hele bir film dişli rakiplerden oluşan bir yarışı domine ettiğinde. “Boyhood”da böyle bir isyandan muzdarip. Oscar gecesi muhtemel bir silip süpürmede daha da ayyuka çıkacak olan bu husus oldukça tuhaf, film ödüllendirildiği için cezalandırılıyor bir nevi. Başka bir ülke sinemasında pek bilinmeyen birinin elinden çıksa “keşif filmi” olarak sunulabilecek film, “Bu filmler varken nasıl tüm ödülleri alır?” ile vuruluyor ısrarla. Bir defa her jüri, ister 5 kişi ister 5 bin kişi olsun, adaletsizdir; oradan çıkacak her karar da bir filmi iyi/kötü, kaliteli/kalitesiz diye nitelemede herhangi bir etkiye sahip değildir. “Boyhood”un iyi bir film olmadığını öne sürmek herkesin hakkı fakat aldığı ödüller üzerinden filme vurmak pek sağlıklı değil.
Ödül mevzusu ile benzer kategoride ele alınabilecek diğer hususta emek mevzusu. Sadece “Boyhood” için değil tüm filmler için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Filmin arkasındaki emekten bize ne? Bir filmin kaç yılda çekildiği, o filmin yapımına harcanan emek ve para, hazırlık aşamasında karşılaşılan zorluklar bizi niçin ilgilendirsin ki? 3 günde yazılıp 1 haftada çekilen bir film de “Boyhood” gibi çekim süreci 13 yıla yayılan bir eser de bizi sadece önümüze ne getirdiği ölçüsünde ilgilendirir, nasıl getirdiğiyle değil. Ödül üzerinden filme olumsuzluk atfetmek ne kadar sıkıntılıysa emek hususundan filmi olumlamak bir o kadar sıkıntılıdır.
Ve senaryo sorunsalı. Evet, Boyhood’un elle tutulur bir senaryosu yok çünkü senaryoya ihtiyacı yok. Nasıl “Kış Uykusu” bir hikayeye ihtiyaç duymayacak kadar iyi senaryoya sahipse “Boyhood” da bir senaryoya ihtiyacı duymayacak kadar iyi bir hikayeye sahip. Nasıl “Kış Uykusu”nda kurulan her cümle önemli ve değerliyse, “Boyhood”da söylenen hiçbir şeyin bir değeri yok. Zaten “Boyhood”u erdemli kılan husus yaşantıların, üzüntülerin, sevinçlerin gelip geçiciliğini vurgulayacak kadar aleladeleşmesi değil mi? Bukowski’den bir alıntıyla hemen golü atıyorum:
…
hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,
boş şişeden,
keyiften,
kıstırılmış
bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,
ölsün diye
arkası yastıkla desteklenmiş
gençlikten başka.”
Bir de Patricia Arquette’in performansının okunması var, ortada iyi performans yok diyenlere itiraz edemem ama performans değerlendirmesi nedeniyle karakterin yaşadığı dönüşümü, yaşlanmaya karşı takındığı tutumu ve bunun genellenebilme gücünü es geçmek olmaz. Filmin geneline baktığımızda Arquette ile Hawke’ın, ikisinin gerçekten de yaşlanıyor olmalarının etkisiyle, cinsiyetlerinin zamana ve yaşlanmaya karşı tutumunu simgeleyen karakterler olduğunu görebiliyoruz, çocukların büyüme hikayesini görürken bir yandan da anne ve babanın yaşlanmasına şahit oluyoruz. Arquette, erkeklerin kadınlar üzerinde oluşturduğu binlerce yıllık tahakkümün, kadınların güzellik objesi olarak sunulmasının sancılarını yansıtıyor; Arquette’in zaman karşısındaki çırpınışlarında, kadınların yaşlanmayı neden erkekler kadar olgunlukla karşılayamadığını görebiliyoruz aynı zamanda. Hawke’ın ağırbaşlılığıyla Arquette’in isyanını birlikte ele aldığımızda ortaya çıkan tablo oldukça çarpıcı, oyucuların ve Richard Linklater’in bu konuda hakkını vermek lazım.
Zaman akıp gittiğinde Boyhood’a olan bakış açısının ne yönde değişeceğini hep birlikte göreceğiz, içinde bulunduğumuz andan baktığımızda ise zamana meydan okurken bağırmak yerine ağırbaşlı olmayı tercih eden, isyan ahlakından nasibini almış erdemli bir filmle karşı karşıya olduğumuzu görebiliyoruz. Ödülleri bir kenara bırakalım, iyi film iyi filmdir.