Yaşamöyküsü (biyografi) türündeki sanat yapıtlarının gücü, tarihsel olayı kişilerin duygularına inerek dolayısıyla daha gerçekçi bir şekilde verebilmesinden gelir diye düşünüyorum. İyi bir yaşamöyküsü bize hem tarihsel gerçeği gösterir hem olayların geçtiği dönemi belletir hem de bizi tarihsel kişiliğin iç ve dış dünyasında dolaştırır.
2017 tarihli Müslüm’ün yaşamöyküsel bir film olarak gücünün başlıca kaynağı kuşkusuz acıklı (dramatik) öyküsüdür. Dünyaya 1953 yılında, “Şanlı” sıfatını henüz almadığından o zamanki adıyla Urfa’nın Halfeti ilçesinin Fıstıközü köyünde “Müslüm Aktaş” olarak gelen Müslüm Gürses’in yaşamı gerçekten de sıra dışı ve son derece acıklıdır. Film bu acıklı yaşamı, duygusal yoğunluğu hiç düşürmeden aksettirmiş, izleyiciyi hem güldürmek hem de bol bol ağlatmak gibi bir zorluk başarılmış. Muhteşem oyunculukların da bu başarıda payı olduğu ortada. Ancak Müslüm Gürses’in en azından yetişkinlik dönemine ait şarkılarını kendi sesinden dinleseydik daha iyi olurdu, güçlü oyunculukların yanında müzikal yetkinlik sayesinde film daha da yukarı taşınırdı diye düşünüyorum.
Filmin bizlere tarihsel gerçeği hakkıyla gösterip göstermediği, içinde geçtiği dönemi başarılı bir şekilde belletip belletmediği ve bizi tarihsel kişiliğin iç ve dış dünyasında dolaştırıp dolaştırmadığı tartışılabilir. Son sıradan başlarsak bence filmin en başarılı yanı izleyicinin Müslüm Gürses’e yönelik özdeşleyim (empati) üretmesini sağlaması. Filmin içinde geçtiği dönemi yansıtma kaygısının olduğunu ise düşünmüyorum. Filme arka plan sağlayan ya da sağlaması beklenebilecek köyden kente göç, kimlik meseleleri, sınıfsal vaziyetler, suç olgusu, gelenekler ve bu gelenekler altında ezilen bireyler gibi konular ya sadece gösterilip geçilmiş ya da göndermelerle bilinçli bir şekilde örtük bırakılmış gibi.
Filmin bizlere tarihsel gerçeği hakkıyla gösterip göstermediği konusu ise herhalde bu filmle ilgili en çok tartışılmış meselelerden birisi. Birkaç iddia sahibi filmde gerçeklerin çarpıtıldığı görüşünde. Yapımcılar ise tanıklıklardan yola çıkarak gerçeği yansıttıklarını, gerçeğin beyazperde için “çok sert” olduğu yerlerde ise “metaforik” sahneler koyduklarını belirtiyor. Burada hem gerçekliğe hem de dönem sosyolojisinin eksikliğine dair eleştirilerin doğmasına yol açan en önemli yoksunluğun Müslüm Gürses’in iyi bir yaşamöyküsünün yazılmamış ya da belgesel olarak çekilmemiş olması olduğunu düşünüyorum. Böyle bir yetkin çalışma olsaydı hem eleştirenler hem de yapımcılar için elde üzerinde konuşulabilecek daha sağlam bir zemin olurdu (çünkü zemin kaygan gibi zira şimdiye kadar edindiğim izlenim; birincil kaynağın yani Müslüm Gürses’in yaşamöyküsü konusunda ketum olduğu). Türkiye’nin popüler kültür tarihinde böyle önemli bir yeri olan, üstelik yaşamı bir yaşamöyküsü çalışması için birçok dikkat çekici yön içeren birinin, ölümünün üzerinden geçen bunca yılda yetkin bir yaşamöyküsü çalışmasının yapılmamış olması önemli bir eksiklik.
Elimizde böyle bir çalışma yoksa da gerek Müslüm Gürses’le yapılmış söyleşileri de içeren televizyon programları ve gerekse parça parça bilgiler içeren gazete yazılarından anlaşılan, filmde birçok kırılma anının gerçekte olduğundan farklı gösterildiğidir. Anlatı sanki gözenekleri sık bir süzgeçten geçirilmiş gibi. İzlediğimiz bir belgesel olmadığı için, sanatsal yapıtta metaforun yani eğretilemenin varlığı eleştiri konusu edilemez elbette. Ancak yapımcıların “çok sert” olan gerçekliği “metaforik” hale getirme savunusu, filmin en dikkat çekici anlarında ya da kırılma anını oluşturan sahnelerde gerçeklikten çok farklı bir anlatıma girilmesini meşrulaştırmaz diye düşünüyorum. Böyle bir kaygıyla hareket edilmek istenilse bile sertliği, gerçekten uzaklaşmadan da “yumuşatma” yolları bulunabilirdi. Sanatsal yapıt üretme sürecinde yaratıcılar nasıl bir düşünce dünyası içerisine giriyor, yaratma sürecinin büyüsüne mi kapılıyorlar da gerçeklerle bu derece oynayabiliyorlar yoksa yaşamöyküsel film denilen tür aslında birçok değişkenin biçimlendirdiği bir süzgeçten geçirme sürecini takiben, pragmatik seçimler sonucu mu ortaya çıkıyor merak içerisindeyim.
Filmi izlerken Müslüm Gürses’in müzik kariyerinin geçirdiği dönüşüm dikkatimi çekti. Onun arabeskten hafif müziğe geçişi gözümüzün önünde oldu ama müziğe türkülerle başladığını, bağlama çaldığını bilmiyordum. Acaba filmde yer alan Yunus Emre ile ilgili sahneler doğru mudur, Gürses ozanı bilir, sever miydi? Filmde keşke Müslüm Gürses’in yaşamöyküsü, müziğinin dönüşümüne de vurgu yapılarak anlatılsaydı. Neden türkü ve bağlamaya merak sardı, arabeske geçişi nasıl oldu, arabesk ve kendini jiletleyen “oğullar” ne zaman ve hangi güdülerle terk edildi (ya da onlar mı Müslüm Gürses’i terk etmişti) de Müslüm Baba’nın yolu Harbiye-Nişantaşı’na, Munganlara, Teomanlara düştü (iyi ki de düştü, nice güzel şarkıları bu mükemmel sesten dinledik) gibi sorular üzerine kafa yorabilseydik hoş olmaz mıydı? Bunun mümkün olması için yapımcı, yönetmen ve senaristlerin müzik tarihi uzmanları ile belki de müzisyenlerden oluşan iyi bir danışman kadrosu olması gerekir. Maliyetinin 21 milyon lira olduğu söylenen bir filmde böyle bir danışman kadrosu var mıydı yok muydu -yine- merak içerisindeyim.