Özet bir hikaye, 90 dakikaya sığan fantastik bir film
Kara Kule, ünlü yazar Stephen King’in fantastik hikayesinden yola çıkan, serinin genelinden detayların da eklendiği farklı bir ilk uyarlama. Bu uyarlamayı gözümüze hoş gösteren ise; özet gibi geçmesi ve alışık olmadığımız şekilde doksan dakikaya sığıdırılmış bir fantastik film deneyimi sunması. Kara Kule’nin sinema nimetlerinden yararlanması ise sinema seyircisinin iştahını açacak seviyede gözüküyor. Demek ki doksan dakikalık bir film, bir hikaye evrenini izlemeyi elverişli kılabiliyor. Hele yakınlarda zamanı uzun ama pek de iyi kullanılamayan Luc Beson’un Valerianı’nı izlediğimiz düşünüldüğünde; Kara Kule tam anlamıyla film olmayı başarmış ama derinleşmesi gereken yerlerde ise bir eksiklik hissiyatı yaratmış.
Kara Kule; klasik “kötü ve iyi savaşı”nın iyi örneği
Filmin ilk bölümü beklenildiği üzere; en basit şekliyle filme giriş, seyirciye karakterleri ve dünyayı tanıtmaktan ibaret oldu. Midworld üzerinde bulunan Silahşörler ve Midworld’ün şeytani kötüsü Walter O’Dim. Kara Kule, kısaca dünyanın ortasında yer alıp her dünyayı karanlıktan koruyan, balansı sağlayan bir kule, defans mekanizması, sigorta olarak insanoğlunun yaşamının teminatı olarak sunuluyor. Bu kulenin yıkılması dünya dışında bekleyen tüm karanlık yaratıkları dünyaya getirecek. Tüm hikaye bu kuleyi yıkıp balans ayarını bozmak isteyen Walter O’Dim’in bu emelini geliştirmesi nezdinde seyrediyor. Artık herkesin malumu olan kötü adam ne kadar iyi ve derinlikli çizilirse, film o kadar başarılı olur söylemi burada da vuku bulmuş.
Bir fantastik dünya kaynağı olarak paralel evrenler
Paralel evrenler teorisi, Kara Kule’nin de kullanmaktan çekinmediği, sırtını dayadığı teori. Aynı anda birçok evrende bir şekilde birçok yaşamın sürdüğü ve bu dünyaların birbirlerine karşı kesinlikle etkileşim içinde bulunmadığı sadece kendi kararımızla kendi evrenimizi etkileyebileceğimiz bir evren teorisini getirir. Tabii bir teori hikayeleşmeye bu kadar elverişli olunca üstüne de fantastik maceralar yazılması iyice kolaylaşıyor. Sadece fizik bilim dalının sunduğu paralel evren teorisi değil, sinema teorisyenlerinin sunduğu başka bir terim de mevcut; simulacra. Simulacra, bir gerçekliğin yeniden dizayn edilmesi olarak tanımlanır. Daha Türkçe bir tanım kullanmak gerekirse “gerçekmiş gibi yapmak” anlamına gelir. Gerçeklik ilkesinin yitimi ile beraber oluşan yeni dünya fantastik dünyaların varoluşunda gizlidir.
Gerçekliğin Yitimi ile Oluşan Dünya “Midworld”
Simulacra kavramından yola çıkarak gerçekliğin yitirilmesini yukarda anlatmaya çalıştım. Biraz daha ileri gitmem gerekirse; bilgisayar aracılığıyla bestelenebilen parçalar yapılır. Burada amaç; berrak bir müziğe ulaşmaktır. Kusursuz bir teknik işlem yapılır. Sesler doğal biçimlerini yitirerek bilgisayar tarafından yeni bir kusursuz sese ulaşılır. Müzik salt bir ses dalgasına indirgenmekte ve dinleyiciye bu programlanmış ses ulaştırılmaktadır.
Midworld bazında değerlendirildiğinde ise; söz konusu olan fantastik dünya ile gerçek dünya karşılaştırılır. Midworld kötülüğün etkisi altındayken, gerçek dünyamız bu etkiyi yaşamak şöyle dursun kendi halinde hayatına devam etmektedir. İki dünya kesiştiği anda ise gerçekliğin yitirilmesi ve fantastiğin gerçekliği nitelemesiyle karşılaşırız. Fantastik dünya, gerçek dünyayı ikame ediyor. Bunun en iyi örneği; bir dilencinin bu dünyadan olmayan Silahşörü tanımasıyla dünya fantastik bir dünyaya indirgenmiş oldu.
Eninde sonunda Kara Kule, bir fantastik filmin janra olarak nasıl yapıldığına dair güzel bir formülasyon sunuyor. Zaman zaman türediği evren olan dünyamıza bir benzerliği olsa da eli yüzü düzgün bir fantastik film olarak Kara Kule, kitaplarını okuyana çok, okumayana ise biraz zor bir deneyim sunuyor.