Nathan Hale’den Mata Hari’ye, Arabistanlı Lawrence’tan Marcus Wolf’a kadar uzanan cafcaflı casuslar liginin unutulmaya yüz tutmuş isimlerinden olan İlyas Bazna, İkinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirmeye yaklaşan tuhaf olaylar silsilesinin kahramanı olarak ilgi çekici bir casusluk öyküsüne imza atmıştır. Priştine doğumlu bir Arnavut olan İlyas Bazna, anavatanının Sırp kontrolüne geçmesi nedeniyle 14 yaşında İstanbul’a göçmüş ve yaklaşık 30 yıl Türkiye’de yaşamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında Ankara’da önce Yugoslavya Büyükelçisi’nin, sonra Almanya Elçilik Müsteşarı’nın ve 1943’ten itibaren de Britanya Büyükelçisi’nin uşaklığını yapan Bazna, son durağında ele geçirdiği önemli belgeleri Almanlara satarak Müttefik Devletler’in hem Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokma çabalarına balta vurmuş hem de Balkanlar başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli yerlerinde Almanlara yapılacak saldırıları önceden haber vermiştir. Casusluğun doğası nedeniyle uzun süre Bazna’ya güvenmekte sorun yaşayan ve çift taraflı çalıştığından şüphelenen Alman yetkililer, elde ettikleri değerli bilgileri (Normandiya çıkarmasına ait belgelerin de Bazna tarafından Almanlara teslim edildiği öne sürülmektedir.) tam manasıyla kullanamamalarına rağmen Bazna’ya yüklü miktarda ödemeler yaparak Arjantin’e kaçmasına imkan sağlamışlardır. Almanların “Çiçero” kod adı verdiği Bazna’nın öyküsü, casusluk günlerinden sonra da aynı çarpıcılıkla devam etmiştir. Almanlardan aldığı paranın tamamının İngiliz ekonomisini çökertmek için piyasaya sürülen sahte sterlinlerden ibaret olduğunu Arjantin’de öğrenen ve beş parasız kalan Bazna, savaş sonrasında Almanya’ya dava açmış ve davayı kazanarak bir miktar tazminat elde etmiştir. Tüm bu öykü ise, o sırada Almanya Büyükelçiliği’nde askeri ataşe olarak görev yapan L.C. Moyzisch’in 1950 yılında yazdığı “Operasyon Çiçero” ve Bazna’nın 1962 yılında anılarını anlattığı “Ben Çiçero’ydum” kitaplarından sonra gün yüzüne çıkmıştır. Moyzisch’in kitabı, yayımlanmasıyla birlikte Hollywood’un ilgisini çekmiş, 1950 ve 1951 yıllarında en iyi yönetmen ve senaryo Oscar’ını arka arkaya kucaklayan usta yönetmen Joseph L. Mankiewicz “5 Fingers” (1952) adıyla kitabı beyazperdeye uyarlamıştır.
Türkiye’yi mesken edinen ilk büyük film olan “5 Fingers”, sıcak savaş sonrası- soğuk savaş öncesi bir dönemin mahsulü olduğunu her halinden belli eden, kara filmin büyük örneklerinin takipçisi, gerilim düzeyi yüksek bir eserdir. Girişte İlyas Bazna’nın otobiyografisine dayanarak aktardığımız bilgilerin henüz bilinmemesi nedeniyle de karşımızdaki hikaye gerçeğinden ya da anlatılandan oldukça farklıdır. Moyzisch’in eserini uyarlarken Bazna cephesinin piyasada olmaması sayesinde büyük bir hareket alanı elde eden Mankiewicz, hikayeye eklediği parçalarla derinlikli ve dinamik bir yapı kurmayı başarmıştır. Tenis maçı gerginliğinde geçen hikayesini afişe çıkartılabilecek onlarca söz ve birbirinden güzel diyaloglarla bezeyen Mankiewicz’in en büyük numarası ise Bazna karakterini baştan aşağı değiştirmektir: Britanya Büyükelçisi Knatcbull–Hugessen tarafından İngilizce bilmeyen, yarı saf biri olarak nitelenen ve bu nedenle asla kendisinden şüphelenilmeyen Bazna yerini işini bilir, diplomatik, kibar ve çok yönlü ilişkilere sahip Diello’ya bırakmıştır. Değişen Bazna karakteriyle birlikte hikayeye eklenen Kontes Staviska’yla filmin havası ve akışı değişmiş, Hitchcock’un ilişki odaklı gerilimleriyle Casablanca (1942), The Big Sleep (1946), Double Indemnity (1944) gibi savaş dönemi kara filmleriyle akraba bir eser ortaya çıkmıştır.
5 Fingers”, ülkemizde geçen her filmde aradığımız, merak ettiğimiz özelliklerin başında gelen mekan kullanımı konusunda ise yerli izleyiciyi tatmin etmekten uzaktır. Ankara’daki sahnelerin neredeyse tamamı iç mekanda geçmektedir ve az sayıdaki dış mekan kullanımının çekimleri de ya stüdyoda gerçekleştirilmiş ya da şehre gelen ekibin çektiği görüntülere masa başında oyuncuların eklenmesiyle oluşturulmuştur. Yine de filmin son bölümünde yer alan İstanbul sahneleri, Ankara bölümlerinin aksine, kısıtlı ekran süresine rağmen kent hafızasına katkıda bulunacak detaylar barındırmaktadır ve Kapalıçarşı, Beyazıt, Galata ve Eminönü’nde gerçekleştirilen irili ufaklı çekimler filme tarihi belge özelliği kazandırmıştır.
Ian Fleming’in Bond’una referans olan, MİT’in kuruluşuna dair rivayetlerde kendisine sık sık atıfta bulunulan İlyas Bazna, bilerek ya da bilmeyerek Türkiye’nin savaşa dahil olmamasına önemli katkılarda bulunmuş bir figür olarak sık sık hatırlanmayı hak ediyor. Klasik Hollywood’un büyük isimlerinden Mankiewicz’in doğum gününde hem üstadı hem de Bazna’yı yad etmek, James Mason’ın efsane performansına şahit olmak ve geçmiş zamanın Türkiye’sine hafiften uzanmak için “5 Fingers” en ideal adres olacaktır.