2017’NİN EN İYİ 10 FİLMİ

BİR SEHER VAKTİNDE, GENÇLİK ÇAĞINDA: 2017’NİN EN İYİ 10 FİLMİ

Yılın son gününde, üst üste gelen listeler karşısında köşeye sıkışıp abandone olan sinemaseverleri, Amerikan şortlu, Hollywood amblemli “2017 yılının en iyi 10 filmi” listemizle nakavt etmeyi planlıyoruz, havlu atacaklar hazırlığını yapsın.

Efendim, 2017, benim için ilginç bir yıl oldu; saçlarımın iyice dökülmeye başladığı, göbeğimin özerklik ilan ettiği yılda, içimdeki sinema canavarı gençleşti, her Hollywood filmini ağzı açık şekilde izlediğim 19 yaşıma geri döndüm. Ezelden beri, Hollywood’u diğer ülke sinemalarının üstüne koyan ve sinema zevki Hollywood tarafından şekillendirilen kuşağa mensup olduğu gerçeğiyle barışmış biriyim, bu yılki durumdan da ancak ve ancak mutluluk duyabilirim. “Liste hep Amerikan oldu” gibi kaygılarım da olmadığından, nerdeyse tamamı Hollywood’un içinden, dışından, kenarından olan eserlerden müteşekkil top 10 listesi hazırladım. Henüz Killing of Sacred Deer, Call Me By Your Name gibi listeye girmeyeceğini düşündüğüm (ön yargı), Three Billboards Outside Ebbing, Missouri gibi listeye kesin girer dediğim (ön kabul) ve Foxtrot, Square gibi gün geçtikçe ısındığım (hissikablelvuku) birçok önemli filmi izlemedim, birkaç ay sonra listede değişiklikler olabilir ama an itibarıyla, her birini ayrı ayrı sevdiğim, “2017 denince aklıma ilk gelecek filmler” bunlar dememe rağmen 2 yıl sonra yarısını unutacağıma emin olduğum on eser bunlardır efendim. Listedeki filmleri sondan başa doğru sıraladım ama kafamda sıralamadan ziyade gruplama, 3-4-3 taktiğiyle sahaya çıkmış ve geri üçlüsüyle ileri üçlüsü arasında büyük fark olan bir ekip var.

Split

Split’in en büyük meziyeti, kapanış sahnesinde tür değiştirmesi. Bütün filmi, psikolojik gerilim olarak izlerken, perde kararmadan 30 saniye önce, esasında bir süper kahraman filminde olduğumuz gerçeğiyle karşılaşıyoruz ve filme bakış açımız, düşüncelerimiz ve kıstaslarımız değişiyor. Twist kavramıyla özdeşleşen ve her filminde bir sürpriz beklediğimiz Shyamalan, tüm çabamıza rağmen yine yediriyor ‘mesela yani’yi, hem de bir güzel. Afiyet olsun bize.

John Wick Chapter 2

Lejyoner bir sinema yazarımıza, Kış Uykusu (2014) yerine John Wick’i (2014) yılın en iyi on filmi listesine aldığı için tonla laf etmiş ve kendimce, kendisini küçümsemiştim -hâlâ rezil bir tercih olduğunda ısrarcıyım tabii- lâkin insan kınadığını yaşamadan ölmezmiş gerçeğinin kapımı çalacağını tamamen unutmuştum. İlkine gayet mesafeli olsam da devam filmi, yılın pozitif anlamda en şaşırtan filmiydi. Bruce Lee’nin Game of Death (1978) filmiyle John Carpenter’ın They Live’ini (1986) aynı potada eriterek bir döneme saygı duruşunda bulunan Chad Stahelski’ye kucak dolusu sevgiler gönderiyorum.

Baby Driver

Edgar Wright, hissiyat olarak sinemaseverlere en yakın yönetmenlerden biridir; her eserinde, içindeki sinema canavarının işe el attığını görebiliyoruz, özellikle de Baby Driver’da direksiyona o canavar kuruluyor. “En iyi açılış sahneleri” listelerinin şimdiden gediklisi olan filmin deli enerjisi, göz-kulak-kalp koordinasyonu mest etti ama her şeyden önemlisi, Edgar Wright’ın ve Simon Pegg & Nick Frost ikilisinden ayrı olarak da bu kalibrede bir iş çıkartmasını –Scott Pilgrimci değilim manasına da gelir- değerli buldum. Bas gaza kaptan.

Certain Woman

Listedeki diğer dokuz film dönüp “bu n’alaka abicim” dese yeridir ama Certain Woman’ı ilk izlediğim gün ruhuma salınan tohumları özenle besleyip büyüttüm, filmin narinliği karşısında eğilip büküldüm… Politik doğruculuk çağındayız, envai çeşit kadın öyküsü görüyoruz ama Certain Woman kadar ne yaptığını bilen bir iş bulmak zor. Pamuk iplikleriyle birbirine bağlı muğlâk öyküleri mutlak kılması yüreğimi çok yaktı.

T2 Trainspotting

“2017, iyi devam filmi yaptı” derken masaya sürülecek ilk filmlerden biri kuşkusuz T2 Trainspotting’dir. Danny Boyle sinemasını hâlâ Shallow Grave (1994) ve Trainspotting (1996) ile anan, sonrasında yaşadığı dönüşümü hazzetmeyen biri olduğumdan bu eve dönüş öyküsüne ilk anda tutuldum. Değişen dünyada, değişmeyen bir anlayışla çekilen T2, Morpheus’un meşhur “bu dünyada bazı şeyler asla değişmez, bazıları da değişir” aforizmasının ete kemiğe bürümesiyle bile bu listede olmayı hak ediyor.

Logan

Elinden çizgi roman düşürmeyen biri olarak kabul etmem gerekir ki, çizgi roman uyarlamalarından gına geldi, kimsenin süper kahraman filmi izlemek istemeyeceği günler çok uzakta değil. Bu gerçeğin farkında olan Logan da, çizgi roman uyarlamalarının sundowner’ı, Butch Cassidy and Sundance Kid’i (1969) olma görevini üstlenerek türe güzel bir veda töreni düzenliyor. Tabii bu cenaze töreninin, açgözlüler için yeni başlangıç manasına geldiğinin bilincinde olduğundan Marvel’ın Casino Royale’i (2006) olmayı da ihmal etmiyor.

Brawl in Cell Block 99

İlk filmi Bone Tomahawk’la (2015) beni kalbimden vuran ve her fırsatta kendisine wonderkid muamelesinde bulunduğum S. Craig Zahler’in yeni filmi Brawl in Cell Block 99, fukara iç dünyama, doğru ata oynamanın haklı gururunu yaşattı. İlk filmiyle western, ikinci filmiyle aksiyon türünü modernize eden Zahler, hem sinemasal referansları hem de şiddete meyyaliyle kendi döneminin Tarantino’su olmaya aday; üstelik Tarantinesk filmler çekmeden. Yılın en iyi filmlerinden birine imza atan ve Vince Vaughn’a hayatının performansını armağan eden Zahler’in adını iyice bellemek lazım, kendisinde daha çok numara var.

Star Wars: The Last Jedi

Force Awakens (2015) faciasının üzerine hem yılın hem de Star Wars evreninin en iyi filmlerinden biri olan The Last Jedi’yı çekmek her babayiğidin harcı değil; enkazı ortadan kaldırıp yerine bu harikayı diken Rian Johnson’ı her yerinden öpmek lazım. Kendisi, yıllardır hayalini kurduğumuz her şeyi, kendi dönemimizin The Empire Strikes Back’ini (1980) bizlere armağan etti, hakkını ödeyemeyiz. Star Wars evrenin “en film olan eseri” payesi bile yılın en iyileri arasında yer almasına yetecekken, bu kadarı da biraz şov.

Blade Runner 2049

Benim için, The Good, the Bad and the Ugly (1966) ile birlikte tüm zamanların en iyi iki filminden biri olan Blade Runner’a (1982) devam filmi çekileceği haberleri düştüğünde uykularım kaçmıştı ama Arrival (2016) ile “sakin olun” mesajını veren Denis Villeneuve, hem bir devam filmi ne kadar iyi olabilecekse o kadar iyi bir film çekerek eli öpülesi biri olduğunu tekrar kanıtladı hem de Ridley Scott’ın, Philip K. Dick’in mirasını özenle koruyarak ilk filmin hayranlarını mest etti. Bilimkurgu sinemasının son dönemdeki en iyi işlerine imza atan Villeneuve’ye ve Blade Runner 2049’a ‘şerefli ikincilik’ çok yakıştı.

Dunkirk

Christopher Nolan’ın son filmi Dunkirk, benim için yılın en etkileyici, en özel ve en iyi filmi. ‘Herkese göre olmayan bir herkese göre filmi’ statüsünde olduğunun farkındayım ama Dunkirk’ün özünde yatan yüce düşüncelere, duygulara, değerlere kayıtsız kalamıyorum. Klasik savaş filmleri ne yapıyorsa onu yapmayan, hiçbir kutsiyet atfetmediği bir kaçışın destanını anlatan ve ödlek olmak için önce cesur olmak gerektiğini usulca fısıldayan Dunkirk’ü kıymetsiz eserlerle dolu “kıymeti bilinemeyen filmler” klasörümün en üstlerine çoktan yerleştirdim. Gerisi zamana kalmış.

Diğer Yazılar: FikriSinema
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir