THE WAVE: BİR DALGAYI DİNLEMEK

15. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde gösterilen Şili yapımı La Ola (The Wave, 2025), prömiyerini yaptığı Cannes’da yılın en çok konuşulan Latin Amerika filmlerinden biri oldu. Genç oyuncu Paula Luchsinger’in (Julia) performansı özellikle eleştirmenler tarafından övgüyle karşılandı. Film, feminist öğrenci hareketlerinden esinlenen yapısıyla hem politik hem kişisel bir hikâye anlatıyor. Rodrigo Chaverini’nin yönettiği bu müzikal-drama, genç bir müzik öğrencisinin kendi bedeninin, sesinin ve hafızasının içinden geçerek nasıl bir hareketin simgesine dönüştüğünü gösteriyor. “Müzikal” tanımı klasik tınılar, ritmik danslar vaat etmiyor; aksine, protestoların bağırışlarını, forumlarda yükselen sesleri, öfkeyi, dayanışmayı ve genç kadınların adalet arayışını şarkının biçimine dönüştürüyor. Bu dönüşüm, filmin aldığı festival övgülerinin en büyük sebebi: politik bir gerçekliği, melodik bir hafıza alanına çevirmek.

La Ola’nın merkezinde duran Julia, müzik bölümünde okuyan sıradan bir genç kadın gibi görünür. Fakat film, onun sıradanlığının ardında içine sızmış gri, ismi konmamış bir gecenin ağırlığını taşır: Max adında bir asistan ile yaşadığı “olay”ın adını koyamaz; rıza var mıydı, yoksa o gece zihninin bir yerinde duran bulanıklık aslında bir ihlal miydi? Bu sorunun cevabı film boyunca netleşmez; çünkü La Ola’yı asıl güçlü kılan şey, istismarın her zaman bağırarak gelmediğini, bazen sessiz, bulanık ve tanımı zor bir çentik olarak bedenin bir yerine oturduğunu göstermesidir. Julia, kendi hikâyesini anlamaya çalışırken, kampüste giderek yükselen feminist protestolarla karşılaşır. Sloganlar, duvar yazıları, forumlar… hepsi onun içindeki kırılmayı görünür kılar. Film, bir genç kadının kişisel travmasının toplumdaki büyük dalga ile nasıl çarpıştığını olağanüstü bir duyarlılıkla işler.

La Ola’nın müzikal dili, bir süs değil; tam tersine, filmdeki politik hareketin damarına bağlanan bir ritim. Öğrencilerin bir araya geldiği anlar, forumlarda yükselen sesler, kampüste temizlik yapan kadınların sessiz adımları… Hepsi müziğin parçasıdır. Rodrigo Chaverini burada sinemanın iki alanını birleştirir: Söylenemeyeni şarkıya, yaşanamayanı koreografiye, bastırılanı ritme dönüştürür. Şili’nin gerçek protesto estetiğini pembe bandanalar, bedenlere yazılan yazılar, gözyaşı ile kahkaha arasındaki ince çizgi sinemasal bir nefese çevirir.

Filmin gücü, Julia’nın yaşadığı içsel dalganın toplumsal dalgayla aynı ritimde büyümesinde. Julia’nın kendi sesiyle yüzleşmesi, hareketin sesiyle birleşir; kişisel tanıklığı politik hafızanın bir parçası olur. La Ola tam da burada derinleşir: Bir ihlalin tanımını arayan tek bir kadının hikâyesi, toplumun tamamında yankılanan bir çığlığa dönüşür. Bu çığlık ne didaktik ne de sloganisttir; aksine sessiz, düşünceli ve içe işleyen bir titreşim gibi yayılır.

Sonuç olarak La Ola, feminizmin yalnızca sokaktaki direniş değil, aynı zamanda hatırlama biçimi olduğunu anlatır. Julia’nın kararı, hareketin ritmini değiştirir; dalga hem içsel hem kolektif bir dönüşüm haline gelir. Film, izleyicisine şu soruyu bırakır: “Kendi sesimizi duyduğumuzda, hangi dalga artık geri çekilmez?”

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir