SOYUT DIŞAVURUMCU BİR UYUMSUZLUĞUN UYUMU YA DA YAN YANA 

14 Kasım’da izleyiciyle buluşacak olan “Soyut Dışavurumcu Bir Dostluğun Anatomisi veyahut Yan Yana” filmi, geçmişte yamaç paraşütü kazası sonucu boynundan aşağısı felç kalan zengin bir adam ile onun yardımcısı olarak işe alınan genç adam arasındaki beklenmedik dostluğa odaklanıyor. 2011 yapımı Fransız filmi Intouchables (Can Dostum)’dan uyarlanan film, orijinal senaryoya sadık kalarak yalnızlık, dostluk ve sınıf ilişkilerini mizahi bir tonda ele alıyor. Yönetmen koltuğunda Pardon (2005), Muhteşem Yüzyıl gibi sinema ve TV yapımları ile Fi (2017-2018), Sıcak Kafa (2022) gibi dijital platform yapımlarıyla öne çıkan Mert Baykal var. Senaryosu Aziz Kedi, Feyyaz Yiğit ve Mert Baykal’a ait. Haluk Bilginer (Refik) ve Feyyaz Yiğit (Ferruh) Can Dostum’daki o çok sevilen birbirine zıt karakterleri canlandırıyor. Bige Önal (Figen) ve Hatice Aslan (Lale) ise Refik Bey’in yardımcıları. Evini ve işlerini çekip çeviren dostları.

Uyarlama Önyargısı

Filmin Intouchables (2011) filminin kopyası olduğunu ısrarla dile getirenler var.  “Bu film, ‘Intouchables’ filminden uyarlanmıştır” şeklindeki açılışına rağmen. Burada tartışılması gereken şey filmin bir uyarlama olup olmaması değil, filmin içinde yaşadığımız toplumun sosyo-kültürel dinamiklerini ne ölçüde taşıyan bir uyarlama olup olmamasıdır. Bir filmin, bir kitaptan ya da başka bir filmden uyarlanmış, ilham almış olmasının yarattığı huzursuzluk niçin? Bunu, “Yan Yana” filmini korumak maksadıyla dile getirmiyorum; yalnızca cevabı daha özgün senaryolar, daha özgün yapımlar çıkması gerektiği ise özgünlüğün de son derece tartışmalı bir konu olduğunu, Vladimir Propp’un “Masalın Biçimbilimi” kitabını şiddetle tavsiye ederek hatırlatmak isterim. Propp’un da altını çizdiği gibi, anlatı dediğimiz şey aslında aynı temel iskeletin farklı kültürlerde, farklı duygusal tonlarla yeniden inşa edilmesinden ibaret. Dolayısıyla mesele “benzeme” değil, “nasıl benzettiğimiz.” Uyarlama, birebir kopya olarak değil; bir toplumun başka bir anlatıya kendi tortusunu, kendi dilini, kendi sınıfsal, kültürel, hatta duygusal hafızasını katma biçimi olarak okunmalı.

“Yan Yana” tam da bu noktada eleştiriyi davet ediyor: Tür olarak komedi-dram (ya da dramedi) çizgisinde durduğu için, toplumu temsil etme boyutunda derinlikten ziyade mizahi olanı öne çıkarıyor. Sınıf ilişkilerini bir temsilden çok, bir güldürü ögesi olarak işliyor; seyirciyi düşündürmekten çok gülümsetmeyi tercih ediyor. Aslında orijinal Intouchables da aynı tonda ilerliyordu. Ekonomik ve kültürel sermayesi yüksek olan Refik’in, tam karşısında konumlanan Ferruh’la tanışması, Titanik gibi hüsranla sonuçlanmıyor. Zevklerin ve renklerin tartışıldığı komik bir dünyaya kapı aralıyor. Ayrıca Refik’in içinde bulunduğu elit zümrenin kültürel dinamiklerini benimsemeyi hiçbir zaman bırakmaması da bir artı olarak öne çıkıyor, zira diğer türlüsü Yeşilçamvari, suni bir dönüşüme yol açacaktı. Bunun yerine Ferruh’u anlıyor, dinliyor, haklı ve çoğu zaman haksız da buluyor. Sevdiği müzikleri dinlemeye, beğendiği tablolara para vermeye devam ediyor. Gece yarısı alışık olmadığı sokaklarda, dürüm yemeye de karşı çıkmıyor ama. Çünkü Refik’i sıkan şey sahip olduğu kültür değil, sürekli onaylanma, eleştirilmeme ve üzerine titreme hali. Gerçek hayatta çok da görmediğimiz türden bir yakınlaşma olduğu kesin ve fakat son yıllarda kişisel yaşamımda şahit olduğum böylesi dostluklar belki de senaryoyu benim için çok da imkânsız kılmıyor.

Klasik Anlatı Yapısı

Film gişe filmlerinin alışıldık anlatı yapısına sahip: Giriş, gelişme, sonuç. Can Dostum’daki sahneye sadık kalınan bir prologla açılıyor. Ferruh ve Refik, Ferruh’un kullandığı lüks bir araçta son gaz gidiyorlar. Ve Ferruh, trafikten sıkılıp, çakarlı bir arabayla yarışmaya başlıyor. Bu yarışın ardından ikilinin 4 ay önce nasıl tanıştığını anlatan giriş bölümüne geçiyoruz. 

Bu klasik giriş, seyirciyi hemen tanıdık bir zemine yerleştiriyor: Yüksek tempolu bir açılış sahnesi, ardından karakterlerin tanışma sürecine uzanan bir geri dönüş. Ancak bu yapı, filmin dramatik gerilimini güvenli bir formül üzerine kurduğunu da açıkça gösteriyor. Girişteki hız, arabalar ve “çakarlı araçla yarışma” sekansı; alt sınıf ve üst sınıfın çatışmasından doğacak dostluğun mecazını daha ilk dakikadan görselleştiriyor: Biri direksiyonda, diğeri yolcu koltuğunda.

Gelişme bölümünde film, iki karakterin dünyalarının birbirine nasıl değdiğini mizahi anlarla kurarken, türün beklentilerini de birebir takip ediyor. Refik’in alt sınıfa özgü dili ve davranış kalıplarıyla Ferruh’un steril hayatı arasındaki tezat, hikâyeyi taşıyan temel gerilim hattı haline geliyor. Ancak bu gerilim tıpkı Can Dostum’daki gibi çoğu zaman dramatik bir derinlikten çok, komik karşılaşmalara dönüştürülüyor. Finale doğru, yara almaya başlayan bu dostluk, zamanla bir kopuşa yerini bırakıyor. Çözüm kısmında ise türün gerektirdiği o “duygusal çözülme” yaşanıyor: İki karakterin birbirini anlamaya başlaması, aidiyet duygusunun yeniden tanımlanması ve dostluğun sınıfsal sınırları aşma iddiası. Yani, klasik anlatı yapısının duygusal etkiyi hızla inşa eden formül sahneleri senaryonun iskeletini oluşturuyor.

Eksiler-Artılar

Eksilerden başlamak gerekirse, Feyyaz Yiğit’in filmi neredeyse tek başına taşıması ilk bakışta bir artı gibi görünse de bu durum aynı zamanda bir riski de beraberinde getiriyor. Haluk Bilginer’in tartışmasız oyunculuğuna rağmen, Ferruh karakteri hikâyeyi sırtlıyor. Ancak bu artı, karakterden çok oyuncunun seviliyor olmasının etkisiyle bir eksiye dönüşebilir. “Gibi” dizisinin tatlı yankısının hâlâ sürdüğü bir dönemde, izleyicinin bağrına bastığı Feyyaz Yiğit, komedi türüne ait hangi yapımda yer alırsa alsın neredeyse hep aynı kişiyi canlandırıyor izlenimi veriyor. Bu tanıdık persona, oyunculuğunun önüne geçme riski taşıyor ve filmi, karakterin derinliğini sınırlayacak şekilde etkiliyor.

İkinci eksi, filmin süresinin uzun olması. 2 saat 28 dakika sürecek bir filmin ya ana öyküsünün çok güçlü olması ya da yan öykülerinin, ana hikâye çok iyi hizmet etmesi gerekiyor ki film en azından duygusal aksiyonunu başarıyla kurabilsin. Ancak “Yan Yana” filmindeki ana öykü, çoğu zaman tekrara düşen sahnelerle uzuyor. Ferruh ve annesiyle olan geçimsizliği, Refik ve kızıyla olan iletişimsizliği gibi yan öyküler de üstünkörü işleniyor. Bu nedenle film, uzun süresini izleyici de hissettiriyor.

Gelelim artılara…Basın gösteriminde her yaştan yazarın ve izleyicinin kahkahalarla izlediğine şahit olmak ve sinema salonlarındaki o nostaljik havayı yeniden canlandırdığını görmek bile güzel. İzleyici özdeşleşmese de benimsiyor karakterleri.  Refik, her ne kadar yüksek zümreden bir insan olsa da Haluk Bilginer’in jest ve mimiklerinin başarısıyla da izleyici, Refik’in kibirden uzak bir entelektüel olduğuna inanıyor. 

Son dönemde yerli sinemada birbirini tekrar eden, fazlasıyla ağlatan, magazinsel ünlü biyografilerine odaklanan ya da toplumdan kopuk, yalnızca kâr odaklı, küfür ve aşağılama içeren komedi-aksiyon yapımlarının aksine, “Yan Yana” farklı bir yerde duruyor. Evet, çok sevilen bir filmin formülünü uyarlayarak riske kaçmayan bir yapı kuruyor fakat bunu yalnızca “uyarlama” olarak açıklamak, filmin ardındaki yaratıcı emek sürecini göz ardı etmeye yol açıyor. Diyaloglar, müzik, karakter yaratımı ve oyuncu seçimi açısından her uyarlamanın da kendi başına yeni bir film olduğunu unutmamak gerekiyor. 

Diğer Yazılar: Pelin Oduncu
ŞİŞLİ KIZ
SAVAŞIN GÖLGESİNDE “ŞİŞLİ” BİR KURBAN Polonya deyince insanın aklına savaş, katliam, acı,...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir