SENİ BULDUM YA

Reha Erdem’in pandemi sürecinde, karantinadayken zoom üzerinden çektiği filmi Seni Buldum Ya, dün akşam Mubi’de yayınlandı. Yapımcılığını  Ömer Atay ve Serra Ciliv’in üstlendiği film, krizi fırsata çevirmeye çalışan iki dolandırıcının ve ağlarına düşürdükleri kişilerin hikâyesini anlatıyor. Reha Erdem sinemasını çok seven biri olarak hayal kırıklıkları yaşadığımı söylemeden geçemeyeceğim. Yeni bir şeyler denemenin elbette hikâye anlatıcılığına büyük katkıları olduğunu düşünüyorum fakat bu film ne yazık ki bende akıp gitmedi. Reha Erdem, ne çekse izlerim orası çok ayrı bir konu fakat hem teknik olarak hem de senaryo anlamındaki eksiklikler seyir zevkimi belli noktalarda olumsuz yönde etkiledi.

Filmi izlerken aklımdan geçen, bana derinlikli meseleler hakkında bir şeyler düşündüren noktalar da olmadı değil. Hayal kırıklığım, yalnızca Reha Erdem sinemasına olan beğenim yüzündendi. Yaşadığımız olumsuz şartlar göz önünde bulundurulduğunda Seni Buldum Ya cümlesini, insanın hiç tanımadığı kendisiyle tanışma olarak düşündüm önce. Hayatın hızı, telaşı ve kaosu içinde kendimize dönüp bakma fırsatı yakalayamadığımızı fakat karantinadayken daha fazla kendi içimize dönme şansı bulduğumuzu düşündüm. Evden çalışanların uyandıkları an gömlek ve kravat takıp altlarında iç çamaşırıyla bilgisayar başına geçtikleri bir dünyayı izlemeyi çok daha fazla isterdim. Masum yaşadığımız hayatların göründüğü gibi olmadığı, aslında herkesin bu hayatta en az bir kez suç işlemiş olma fikrini sevdim. İzleyicinin kendisinin de birtakım soruları sormasına aracı olan bir fikirdi bu. Keşke bu konunun etrafında şekillenseydi Seni Buldum Ya, demeden edemedim film boyunca.

Suç, adalet ve güven gibi kavramları evimizin odasına kadar giren ve aniden açılan bilgisayar kameralarıyla anlatma çabasının seyirciye tam olarak geçemediğini düşünüyorum. Bunun sebebi absürd bir anlatım tarzı tercih edildiği için olabilir. Çünkü bana göre Reha Erdem sineması, her zaman bir derdi olan, seyircisine bunu net bir şekilde anlatan üsluba sahip. Bu zor koşullar altında çekilen her türlü eserin; emeğine, fikrine ve yönetmenin derdine saygı göstersem de “neden?” demeden edemiyorum. Neden bu kadar havada bir konu, neden bu kadar yüzeysel diyaloglar?

Oyunculuklar hakkında birkaç sekans dışında çok fazla olumsuz bir hava hissetmedim. Özellikle tercih edilmiş yerler olduğunu düşünüyorum kötü görünen oyunculukların. Çünkü Reha Erdem’in böyle bir noktada müdahale edeceğini biliyorum.

Filmin çıkış noktası olan “Kerim ve Felek’in karantina sürecinde ne yapabiliriz abi para kazanmak için?” düşüncesi gerçeğe uygun bir dert aslında. Dolandırıcılık tema olarak biraz uzak olsa da bir şekilde birçok insan “nasıl para kazanılır?” sorununa daha da çok odaklandı bu dönemde. Aynı zamanda da yalnızlaştığımız bu süreçte korktuğumuz bir kavramın o kadar da korkutucu olmadığı ile yüzleştik. Kamera aracılığıyla dolandırılmak üzere seçilen yalnız insanların hayatlarına ve kendilerini sorgulama anlarına eşlik ettik. Dolandırıcı rolündeki Felek, en büyük dolandırılandı aslında. Masumiyet ve suç unsurları arasında mekik dokuyan filmin kendince bir meselesi var fakat bunun filme yeterince yansıtılmadığını düşünüyorum.

Suçsuz insan var mıdır? sorusu ise düşünülmesi gereken noktalardan. Bu bağlamda düşündüğümde filmin en sevdiğim kısımları bu noktaları oldu. Kamera karşısındaki insanların bir noktadan sonra dans etmeye başlamaları ise hayatın bir müzik olduğunu ve müziğin duyulduğu sürece dans edilmesi gerektiğini düşündürttü bana. Suçlu ya da suçsuz her kim olursan ol müzik bitene kadar dans et diyor Reha Erdem…

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir