Son dönemde İran sineması deyince akla ilk gelen yönetmenlerden birisi Asghar Farhadi. Hem kadın-erkek ilişkilerini hem de toplumsal problemleri anlatırken insan psikolojisinin derinliklerine sızıp izleyeni iki arada bir derede bırakma konusunda bir hayli ustalaşmış bir isim. A Separation (Bir Ayrılık) filmi ile yabancı dilde Oscar ödülü kazandıktan sonra sinema dünyasında geniş yankı uyandırdığı söylenebilir. Bu yıl ise The Salesman (Satıcı) filmi ile şuan aynı ödül için Oscar adaylığı bulunmakta. Fakat bu kez Farhadi Amerika’ya sadece Oscar için değil yeni filmine ilham kaynağı olan Death of a Salesman (Satıcının Ölümü) için de ayak basmış. Farhadi, 20. yüzyılın en önemli oyunlarından biri olarak gösterilen Arthur Miller’ın Death of a Salesman’ından bir hayli etkilenmiş olacak ki, iki eser arasındaki paralellikler seyir zevkini bir hayli yükseltiyor. İlham kaynağı olan eseri okumadan da filmi beğenmeniz muhtemel ama gene de Farhadi’nin The Salesman’ının tiyatral bir şölen haline gelmesinde payı büyük olan bu eşsiz oyun ile arasındaki bağlantılara gelin beraber bakalım.
Kısaca özetlersek The Salesman, profesyonel tiyatrocu olan bir çiftin yeni taşındıkları evde başlarına gelen tahmin edilemez olayları konu alıyor. Bu olaylarla birlikte aralarındaki ilişkinin iniş-çıkışlarına şahit olabiliyoruz. Aynı zamanda Farhadi toplumsal kodların insanı çıkmaza sürüklediğini göstererek başarılı bir analiz yapıyor. Film boyunca, her insanın başına gelebilecek kondisyonların psikolojik anlamda insan yaşamını ne denli zorlaştırdığını görmek mümkün. Tüm bunları yaparken arkasında Death of a Salesman gibi sağlam bir destek olması, hikayesini sığlıktan kurtarıp bambaşka bir boyut kazandırıyor.
*** Yazının bundan sonraki bölümü “SPOILER” içerebilir ***
Rana ve Emad, filmin başında da görüleceği üzere tiyatroculardır ve Death of a Salesman oyununu oynamak için provalar yapmaktadırlar. Üstelik Willy ve Linda karakterlerini canlandırırlar. Fakat kendi hayatlarının oyunla paralel gittiğinden haberleri yoktur. Okumuş veyahut izlemiş olanların bileceği üzere, Arthur Miller’ın Death of a Salesman’ı ev metaforu ile biter. Her daim “Amerikan Rüyası” yaşamış fakat hiçbir zaman büyük umutlarına kavuşamamış Willy (nam-ı diğer satıcı) karakterinin ölümünden sonra eşi Linda, artık ödemesi bitmiş evlerinden ama içinde yaşayacak kimsenin kalmadığından söz eder. Farhadi’nin The Salesman’ında ise Rana ve Emad çifti, yıkılma tehlikesi olan eski evlerinden taşınıp yeni bir eve yerleşirler. Fakat yeni evlerindeki bir odada, eski kiracının eşyaları olduğu için kullanamazlar. Tüm bu eşyalardan kurtulduktan sonra rahata ereceklerini düşünürlerken, bir gün Rana yeni evlerinde bir yabancı tarafından saldırıya uğrayınca ev onlar için yaşanmaz hale gelir. Bir eve sahiplerdir (tıpkı Linda ve oğulları gibi) fakat evde yaşayacak hevesleri kalmamıştır. Bu saldırı, eski kiracı yüzünden olduğunu düşünürler çünkü söylentilere göre bir hayat kadınıdır.
Miller’ın oyununda Willy karakteri, hayatta hiçbir zaman başarılı olamamış, güvensiz ve kendini aldatan gezgin bir satıcıdır. Umut ettiği hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğini bildiği halde kendini kandırmaktadır. Miller’ın oyununda hikaye maddi hırslar, arzular ve bencillikler üzerinde seyreder fakat Farhadi işin psikolojik boyutunu ele almıştır. Bir insanın intikam isteğindeki sınırsızlıkları ve kendi içinde yaşadığı ikilemleri görürüz. Farhadi durumu öyle bir hale getirir ki kim haklı, kim haksız, kim iyi ya da kötü karar vermek imkansız hale gelir. Rana karakterine saldıran kişi yaşlı bir satıcı çıkar. Eski kiracıyla yasak ilişkileri olan kalbi kırık satıcı, onun taşındığını bilmiyordur ve yanlışlıkla Rana’ya saldırır. Böylelikle Miller’ın oyunu ile bir başka paralellik kurulur. Filmin başlarında Emad’ın Willy karakterini canlandırdığı tiyatro sahnesinde Willy’nin metresini görürüz. Willy’de yasak ilişki ile ailesini mahvetme noktasına gelir tıpkı filmdeki satıcı gibi.
Mutlu yaşamanın mümkün olmadığı bir ev, ‘yuva yıkan’ gibi gözükse de satıcıların yıkımlarını hızlandıran bir metres ve kaderleri aynı olan iki satıcı. Tabii The Salesman tüm bunlarla yetinmeyip hikayesini psikolojik çıkmazlarla doldurmuş. Sadece iki satıcı arasında değil Emad ile Willy arasında da büyük benzerlikler farkedilebilir. Eşini aldatmış olmasa da, Willy karakterinin hırsının ve bencilliğinin tüm yansımaları Emad karakteri ile gösterilmiş. Eşinin yaşadığı tahammülü zor hadiseden sonra olayları kendince çözmeye çalışırken, çevresine zarar verip işleri daha da çıkmaza sürüklediğini farkederiz. Willy karakteri de öyledir, her şeyi doğru düşündüğünü ve çevresindekilerin onun dediklerini yapmasını ister ama gözlerini açıp gerçeği görmek konusunda beceriksizdir. Aslında The Salesman, fena bir gerilim filmi de sayılmaz. Filmin sonunda izleyicinin hangi tarafı destekleyeceğini kestirememesi buna en büyük örnek. Tabii bunda Farhadi’nin senaryo üzerindeki işçiliğini ve iyi sergilenmiş oyunculukları göz ardı etmemek lazım.