MASUMLAR

ÇOCUKLUĞUN GİZLİ DÜNYASI: DE USKYLDIGE (THE INNOCENTS)

Senaryolarını yazdığı Joachim Trier filmleriyle ismini sıkça duyduğumuz Norveçli yazar-yönetmen Eskil Vogt, 2022 yılında Norveç Uluslararası Film Festivali’nde en iyi yönetmen kategorisinde Amanda Ödülünü kazandığı ikinci uzun metrajlı filmi De Uskyldige ile doğaüstü unsurlara sahip, ürkütücü ve benzersiz bir işe imza atıyor. Çocuk dünyasındaki kontrolsüz duygu gücünü merkezine alan De Uskyldige, çocukların masumiyetinin anlamını sorguluyor. İyilik ve kötülüğün ayrıldığı ince çizgide yol alan film, temelde insan doğası hakkında bir hikaye anlatıyor.

FİLMİN KONUSU:

9 yaşındaki Ida (Rakel Lenora Flottum) ve otistik kız kardeşi Anna (Alva Brynsmo Ramstad), anne (Ellen Dorrit Petersen) babasıyla (Morten Svartveit) birlikte,  yaz döneminde yeni bir eve taşınır. Burada yeni arkadaşlıklar kurar ve zamanla gizemli güçlerini keşfederler.

YAZININ BUNDAN SONRASI SPOILER İÇERİR

Film, psişik yeteneklerini keşfeden dört çocuğu takip ediyor. Ida ve Anna, taşındıkları konut kompleksinde, zihnine odaklanarak nesneleri hareket ettiren Ben (Sam Ashraf) ve telepatik yolla iletişim kurabilen Aisha (Mina Yasmin Bremseth Asheim) ile dostluk kurar. Ida, otistik kız kardeşi Anna’nın gördüğü ilgiyi kıskanan, Ben ve Aisha ise anneleriyle beraber yaşayan yalnız çocuklardır. Ida’nın, ayakkabısının içine koyduğu cam kırıklarıyla ablasının canını yakması ve Ben’in bir kediye karşı zalimce davranması gerilimi tırmandırır. Aisha’nın Anna ile kurduğu telepatik bağ, her ikisinin yakınlaşmasını sağlar ve zamanla Anna’nın şaşırtıcı yetenekleri ortaya çıkar. Ben, gücünü kendisine haksızlık ettiğini düşündüğü insanlardan intikam almak için kullanır ve sonunda kötülüğünü oyun arkadaşları Aisha, Ida ve Anna’ya çevirir. Ben’in güçlerini kötüye kullanmaya başlaması, bu dört arkadaş arasındaki ilişki dinamiğini ölümcül biçimde değiştirir.

Şiddetiyle, izleyiciyi hazırlıksız yakalayan De Uskyldige, davranışları yargılamadan, çocukların kontrolsüz dürtüselliğini ve sınırları keşfetme çabalarını irdeliyor. Henüz neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmedikleri bu keşif süreci, ahlak anlayışlarını geliştirmeye çalıştıkları zorlu bir yolculuktur. Psikoloji, yıllardır insan doğası ve ahlak gelişimiyle ilgili farklı yaklaşımları tartışır. Ahlak gelişimi konusundaki kuramlardan en çok bilineni Kohlberg’in geliştirdiği Ahlaki Gelişim ve Yargı modelidir. Kohlberg’in ahlaki yaklaşım kuramına göre, ilk evredeki çocuk benmerkezcidir ve bütün durumlara kendi açısından bakar. Bu yaklaşıma uygun olarak Eskil Vogt, ebeveyn tutumlarının çocukların ahlaki gelişimindeki rolünün altını çizerek, insan doğasındaki iyilik ve kötülüğün, ne kadar ince bir çizgiyle ayrıldığını anlatıyor. Film, çocuk doğasını tasvir etmede o kadar iyi bir iş çıkarıyor ki, çocukların yaşadıklarının bir kısmıyla, kendi çocukluğumuz arasında rahatça bağlantı kurabiliyoruz. Sınırlarımızı bilmemenin özgürleştirici yönünü yeniden anımsayıp yakalıyoruz.

Günışığı altında çocuklarla çekilebilecek en karanlık filmi çekmeyi başaran Eskil Vogt, diyaloglar kadar kamera çalışmasıyla da kendi dilini oluşturan eşsiz bir korku yaratıyor. Çocukların olağanüstü performansı, Vogt’un karakterlere odaklanmamızı sağlayan yaklaşımı ve Pessi Levanto’nun huzursuz edici müziğiyle, ürkütücü, düşündürücü ve izlenmesi gereken bir sinema harikası ortaya çıkıyor. Eskil Vogt, korkunun sivri ucunu ruhumuza çivileyerek, sade, vurucu ve acımasız bir deneyim yaşatıyor.

Diğer Yazılar: Arzu Şeran
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir