Cavit: “(…) felsefe karın doyurmuyor”.
Mustafa Ali: “Felsefe karın doyurmuyor derken bile felsefe yapıyorsun Cavit Bey”.
Mandıra Filozofu bizi her sahnesiyle düşüncelere sevk eden bir film değil. Film tekniği, temposu, oyuncuların kullandığı şivenin gerçekliği gibi noktalarda epey eleştiri de almış bir yapım. Dahası, filmin birbirinin tam zıttı iki karakter üzerine kurulmuş olması, gerçek hayatta var olan melez kişiliklerden uzak, inandırıcılığı zayıf bir ikilik ortaya çıkarmış. Önceden de yapılmış bu eleştirilere rağmen ben filmin daha az ilgi çeken bir yönünün dikkate değer olduğunu düşünüyorum: Mandıra Filozofu günlük hayatta felsefe yapmanın önemini hatırlatıyor bize.
“Felsefe yapma” sözünün sık sık kullanıldığı memleketimizde birinin çıkıp da (yukarıdaki alıntıda Mustafa Ali’nin yaptığı gibi) “‘felsefe yapma’ demen bile bir tür felsefe” demesi gerekir. Çünkü felsefe sadece filozofların, felsefe tarihini bilenlerin, o tarih içerisinde belirli bir devamlılığı olan sorgulamalarla yaptığı bir şey değildir. Daha doğrusu öyle olmamalıdır. Elbette felsefeyi yüksek düzeyde ve birbiriyle etkileşim halinde bir silsile biçiminde yapanlar filozoflardır. Ancak nasıl ki evde küçük bir bahçe yetiştirmek için bahçıvan, salonun boyasını yapmak için boyacı olmamız gerekmiyorsa felsefe yapmak için de filozof olmanın gereği yoktur. Kendi düşünce ve eylemleri, dünyanın durumu, varoluşun amacı gibi hayatın her yanına dair kafa yoran herkes felsefe yapmış olur. Nitekim Sokrates’in de yaptığı tam olarak buydu: Hayatın her alanında kabul görmüş fikirleri sorgulamak ve birçok yerde onları çürütüp daha iyi bir yaşantıya ulaşmaya çalışmak…
Peki, günlük hayatta felsefe yapmamız, felsefeyi her düşünce ve eylemimize katmamız neden gereklidir? 1- Çünkü zaten istesek de istemesek de felsefe yaparız. Ancak bunun farkında olmadığımızda, “felsefe yapma”, “anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz”, “aman boş ver sen mi kurtaracaksın dünyayı”, “takma kafana tokadan başka bir şey” vb. bir sürü “kötü felsefeden” etkilenme, onların yörüngesine girme olasılığımız artar. Oysa düşünce ve eylemlerinin nedenleri, sonuçları, ahlakî olup olmadıkları vb. üzerine düşünen yani felsefe yapan bir insanın bu tuzaklara düşme olasılığı azalır. Felsefe yapmanın illa ki bu hayırlı sonuçlara varacağını, her durumda böyle olacağını varsaymak mümkün değil elbette. Tarihte epey kötücül filozoflar da görülmüştür. Ancak benim inancım, sonucun çoğunlukla hayırlı olacağı yönünde. 2- Felsefe yapmadığımızda ya da “kötü felsefeye” uyduğumuzda, ağaçların kesilmesine, türlerin yok olmasına, adaletsizliğe, kısacası her tür kötülüğe gözlerimizi kapamamız dahası kötülüklerin bir parçası olmamız kolaylaşır. Büyük filozoflar yetiştirmiş Alman halkı filozoflarını doğru anlasaydı ve işi sadece onlara bırakmayıp felsefe de yapsaydı, başlarına gelen kötülüklerin sorumlularının Yahudiler, Romanlar, eşcinseller, engelliler olmadığını, aslında kötü yöneticileri yüzünden yenilip sefalete düştüklerini anlarlardı ve Hitler’e o kadar destek çıkmazdı belki de.
Mustafa Ali’nin modern hayatı tümden reddeden felsefesi bana uymuyor. Örneğin modern tıp olmasaydı insanlar hala en küçük bir iltihap yüzünden hayatını kaybedebilirdi. Ancak felsefeyi hayatının her anına katması, dahası “felsefe karın doyurmuyor” gibi bir “kötü felsefeyi” ifşa etmesi filmi “tavsiye edilebilir” kılıyor. Herkesin kendi çapında bir “mandıra filozofu”, “ofis filozofu”, “dükkân filozofu” vb. olması hoş olurdu…
Hamiş: Felsefeyi gündelik hayatta kullanmanın önemi ve yararını çok iyi anlatan bir kitap arayanlar bkz. Alain de Botton, Felsefenin Tesellisi, çev. Banu Tellioğlu, Sel Yayıncılık.