Mahmut Fazıl Coşkun Röportajı

Katıldığı festivallerden ödülle dönen Anons filmi son dönemin en çok konuşulan filmlerinden biri. Filmin yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun ile filmin ortaya çıkış serüveni, filmde dikkatimizi çeken konular ve sinemaya bakış açışı üzerine konuştuk. Film hakkında merak edilenleri sormaya çalıştık. Ekibimizden Furkan’ın yaptığı röportaj sizlerle;

Öncelikle filmin ortaya çıkış serüveninden başlayalım? Kaç senelik bir sürece yayılıyor?

Filmin yazımına Yozgat Blues’dan birkaç sene sonra başlandı. Ercan Kesal ile başka denemelerimiz de oldu ama bu hikayede karar kıldık. Bu hikayeden de bana abim bahsetmişti. Yaklaşık 4 sene önce yazmaya başladık. Yazım süreci uzun sürdü. Bir de yazdıktan sonra finans vs. süreçleri de devam etti. Uzun bir zamana yayıldı. Bir de o dönem malum darbe girişimi oldu. O da bizi çok etkiledi.

Peki darbe sürecinden sonra hikayeye eklediğiniz bazı detaylar oldu mu? O dönem sizi etkileyen çeşitli unsurlar mesela?

15 temmuz darbe girişiminden etkilenerek eklediğimiz ya da çıkardığımız bir şey olmadı. Filmi bu olayın etkilemesini istemedim.

Hikayenin ilk fikri sizde belirdiğinde senaryolaştırma sürecinde Ercan Kesal’a böyle bir teklif götürme ya da Ercan Kesal’ı tercih etmenizde özel bir sebep var mıydı? Çünkü daha önce Tarık Tufan ile çalıştığınızı görüyoruz.

Tarık Tufan çok iyi bir yazar, daha önceki filmlerimde beraber çalıştık. Tarık bu filmde yapımcı olarak bulunuyor ancak hem bir yapımcı hem de bir yazar olarak daima yanımda bulundu ve onun fikirlerinden çok faydalandım. Bu hikayede Ercan Kesal ile çalışmak istedim. Bunun böyle çok somut bir sebebi yok. Belki biraz kan değişimi olabilir diye düşünmüş olabilirim.

Filmin basın gösteriminden sonra biraz hakkında yazılan yazılara baktığımda belli bir politik tavır takınmadığı için eleştirilere maruz kaldığını gördüm. İnsanların kültürel olarak apolitikleşen bir yapıda bu tarz yapımlardan ideolojik beklentilerinin olmasını siz neye yoruyorsunuz?

Yurt dışında ben böyle bir eleştiri almadım. Üç ayrı ülkede filmin gösterimlerine katıldım ve böyle bir tepkiyle karşılaşmadım.  Sanırım bu biraz Türkiye’nin kutuplaşmasıyla ilgili.

Filmin yapısına baktığımda bir gecede yaşanan bir hikayeyi konu alıyor. Bu ritim olarak işlemesi ve ayakta durması da zor olan bir yapı. Bunu sağlarken titizlikle çalıştığınız önemli noktalar nelerdi?

Benim hep uzun sahneler yazma arzum vardı. Dolayısıyla sahne içi gerilimler ve onun koreografileri, sahnenin iyi yazılmasını önemli hale getiriyordu. Ben onlara çok çalıştım. Oyuncuların birlikte bir şey ortaya koyması için çok çabaladım. Haliyle onlar da çok çabaladı. Dikkat edilen şeyler bunlardı. Oyunculuk, mizansen, koreografi…

Buna ek olarak oyunculuk yönetimiyle alakalı dikkat ettiğiniz noktalar neler filmlerinizde?

Öyle çok büyük bir formülüm olduğunu söyleyemem.

Peki bu filmde doğaçlamaya izin verdiniz mi?

Doğaçlamaya bu filmde hiç izin vermedim. Bu film daha köşeli ve tasarım bir film. Herhangi bir doğaçlamaya imkan da yoktu. Öyle bir yönteme de hiç gidilmedi.

Film biçim açısından da çok şey vadediyor. Görüntü yönetmenliğinde Krum Rodriguez ile çalıştığınızı görüyoruz. Bulgaristan ortak yapımı olması bu tercihte belirleyici faktörler arasında mıydı? Bunun dışında tercih etme sebepleriniz nelerdi?

Doğru. Ortak yapımlarda doğal olarak o ülkelerden bazı unsurlar katmanız gerekiyor filme. Ben de görüntü yönetmenini Bulgaristan’dan tercih ettim. Üç, dört tane görüntü yönetmeni ile konuştuk. Krum’a karar verdik. Onun filmografisinin bize daha yakın olduğunu düşündük. Kişiliği de hoşumuza gitti. Ben de memnunum sonuçtan.

Bir filmi daha da nitelikli hale getiren önemli bir görüş var. Hareketsizlik ve sessizlikle aktarılabilecek her şeyi sonuna kadar kullanmayı denemeli yönetmen, bu görüş özellikle minimal bir dil tercih eden yönetmenler için önem teşkil ediyor. Sizin de minimal anlatılar sunduğunuzdan hareketle filmin içerisinde bazı detaylar ilgimi çekti. Filmin ilk yarım saatine yakın bölümünde sesin hareketsizlik ile birlikte ön plana çıktığını görüyoruz. Şöyle ki gerek taksi içerisindeki sahnede gerek başka sahnelerde çeşitli konuşmaların seslerini duyarken kadrajımızda bekleyiş içerisinde olan albayı görüyoruz. Sizin yapısal olarak bu tarz bir anlatımı tercih etme sebebiniz nedir?

Benim niyetim şuydu, bu filmle bir Türkiye hikayesi anlatmak istedim. Türkiye’nin ne batılı olabilmesi ne doğulu olabilmesi ve bu ikisinin aynı anda var oluyor olmasından dolayı bir takım komik durumlar. Bunun bize yansıması militarizm belki ama tek örneği bu değil. Başka türlü ideolojiler ve başka inançlara sahip insanlar ortaya çıktı ve bunlar da kendi mükemmel dünyalarını bizlere dikta etmeye çalıştı. Ben bunu bir çerçeve olarak görüyorum. Bu çerçeve sabit. Herkesi içerisine koymaya çalıştıkları bir çerçeve oluşturmaya çalıştılar Türkiye’de. Fakat büyük resim bundan daha büyük. Biz onun seslerini duyduk bazen, hayat çok daha büyük şeyleri kapsıyor. Benim çerçeve dışı duyduğum sesler biraz oları temsil ediyordu. Hayatın daha büyük olduğunu, evet mükemmel bir çerçeveniz olabilir ama bu büyük çerçevenin dışını görmediğiniz zaman birçok şeyi ıskalıyorsunuz. Yenildiğimiz şey aslında biraz da o. Benim söylemek istediğim şey oydu bu filmde.

Filmin final sahnesine doğru Hilton Otel’i görüyoruz. Zaten bahsi de geçiyor filmin içerisinde. Hatta karanlık bir atmosferde ilerleyen film finale doğru Hilton Otel’in parlak ışıklarıyla bir anda aydınlanıyor. O anda ifade etmeye çalıştığınız neydi? Bunun üzerine neler söylemek istersiniz?

Ben biraz orada şunu hissettirmek istedim. Film çok klostrofobik, filmin çoğu gece ve karanlıkta geçiyor. Bunun yanında da hep bir umut içindeler, hep olacak mı, oldu mu? Bir umut hep var. Filmin en aydınlık olduğu yerde en umutsuz oldukları anı görüyoruz. Güneş doğarken Hilton Otel’in pırıltıları. Biraz o tezatı göstermek istedim. O planın bendeki yeri oydu. Onların umutsuzluğa düştüğü anda film aydınlanıyordu.

Üç filminizde de içerik olarak farklı sıçramalar görüyoruz. Özellikle son iki filminizde biraz ülkemizde kabul görülen mizah algısından farklı bir mizah anlayışınız var. Bunu nasıl oluşturdunuz? Etkilendiğiniz isimler oldu mu?

Etkilendiğim isimler mutlaka olmuştur. Ben 45 yaşındayım bir sürü film izliyorsun. Kitap okuyorsun. Kişiliğinizi oluşturan pek çok şey var. Ben bu filmde Ahmet Hamdi Tanpınar ile bir akrabalık kurdum. Onun Saatleri Ayarlama Enstitüsü, çok da uzak değil bize. Fazla uzağa gitmemek lazım.

Bir önceki soruyla paralel olarak sizce mizah özellikle sinemada bir denge unsuru olması gerekirken (yaşanan gerginliklere farklı bir bakış açısı sunmasıyla) bir haz (tek yönlü eğlence) malzemesi haline gelmesinin nedenleri nedir? Bunu yapım aşamasından ziyade seyirci yönüyle tercih edilmesi açısından soruyorum.

Sinema baktığınızda hep tartışmalı bir konu olmuştur. Sanat mıdır? Eğlence aracı mıdır? Bence ikisini de bulunduruyor içerisinde. Ben ikisini de kabul ediyorum.

Aslında sadece sinema olarak değil de genel olarak tiyatro, edebiyat gibi diğer alanlara da sıçramış durumda.

Tabi doğal olarak ekonomi ile ilgili bu durum. Sonuç olarak bunlar tüketilen ürünler ve satılıyorlar. Daha çok satılması için ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyor birtakım insanlar. Buna herhangi bir şey söyleyemiyorum.

Filmde karakterlerin bir değişimi söz konusu. Filmin başında çok serinkanlı bir şekilde taksiciyi öldürürken, sonlarına doğru gerek anestezi doktorunu beklerken gerekse diğer sahnelerde herhangi bir hamle yapmadıklarını görüyoruz. Bu değişimin sebebi neydi?

Bu biraz hikaye ile ilgili sanırım. Çünkü yavaş yavaş işin başarısızlığa doğru gittiğini hissediyorlar. Bu onları etkiliyor. Bu tepkilerini büyük bir şekilde göstermiyorlar. Yavaş yavaş biz de seyirci olarak onlarla hissediyoruz. O umutlar kırıldığında da yavaş yavaş çöküyorlar.

Festivaller hakkında neler düşünüyorsunuz?

Festivaller benim çok faydalandığım mecralar. Sonuç olarak orada filmleri gösteriyoruz. Değerlendiriliyor. Bunlar güzel imkanlar. Zararlı tarafları da var tabii. Mesela ben sıkılıyorum belli bir zaman sonra. Ama onlar olmadan da olmuyor. Sinema işiyle uğraşıyorsanız mecbur oluyorsunuz. Bunlar çok da tartışılan konular. Herkes adına da bir cevap veremem.

Oyuncu seçimlerinizi merak ediyorum. Genellikle çok ünlü, çok tanınmış yüzleri görmüyoruz. Karakterlere de uygun yüzler oluyor bu isimler. Bu seçimleri tek başınıza mı yapıyorsunuz? Yoksa birlikte yaptığınız birileri var mı? Bu karakteri ben bu kişiye yazdım dediğiniz oluyor mu?

Her filmde biraz farklı oldu. Uzak İhtimal’de Olgun Şimşek bana önermişti Nadir’i ve çok da iyi oldu yani sağolsun. Görkem ile de başka şekilde tanışmıştım. Harika Uygur cast direktörüydü. Diğer oyuncuları falan onunla belirlemiştik. Sonra Yozgat Blues’da da Harika Uygur vardı. Ercan Kesal’ı ben başka bir rol için düşünürken bu role denk geldi. Ama Tansu’yu ben gözüme kestirmiştim yani biz yazarken bile onu düşündük. Nadir’i de düşünerek yazdığımız şeyler olmuştu. Dolayısıyla o film biraz daha öyle kuruldu. Ama Anons’ta Ezgi ile çalıştık. Senaryo belirginleşmeye başladıktan sonra oyuncular aranmaya başladı. Ben Ezgi’ye dedim ki “Çok ünlü insanlar olmasın, çok bildiğimiz yüzler olmasın, biraz daha derin araştıralım” diye rica ettim. Sağolsun o da çok çalıştı ve böyle bir cast çıktı ortaya. Ben sürekli aynı oyuncuları görmekten sıkılıyorum. Ama bu da değişebilir tabii.

Diğer Yazılar: FikriSinema
ALTIN PORTAKAL’IN 10 JÜRİ ÜYESİNDEN AÇIKLAMA
Reyan Tuvi‘nin “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” adlı belgeselinin Altın Portakal Ulusal...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir