BİNDİK BİR ALAMETE GİDİYORUZ KIYAMETE
Ils (2006) ile tanıdığımız Fransız yazar ve yönetmen David Moreau’nun son filmi MadS, yılın en heyecan verici sürprizlerinden biri. Tek plan çekim tekniğiyle türe yenilikçi bir ruh katan Moreau, hazdan acıya doğru yol alan, adrenalin dolu, kaotik bir deneyim yaşatıyor.
KONU
Romain (Milton Riche), doğum gününde, yeni bir uyuşturucu maddeyi test ettikten sonra arabayla eve doğru yola çıkar. Akşam, kız arkadaşı Anais (Laurie Pavy) ve diğer dostlarıyla birlikte bir partiye katılacaktır. Yolda giderken sigarasını koltuğa düşürünce kenara çekip durmak zorunda kalır. Tam o esnada, her yeri sargılı, konuşamayan, paniğe kapılmış bir kadın belirerek arabaya biner. Kadının giderek dengesizleşen hareketleri, yolculuğu kabusa çevirir.
Her ayrıntının dikkatlice düşünülüp prova edildiği, büyük bir tasarım ve sinematografi becerisi içeren tek plan filmler hem zorlayıcı hem de ödüllendirici bir süreci beraberinde getiriyor. Güçlü performanslar ve titiz bir koordinasyonla, MadS’i yüzeysel bir eğlencenin ötesine taşıyan bu yaklaşım, hikayeyle bütünleşerek unutulmaz bir sinema deneyimine dönüşüyor. Moreau’nun inşa ettiği gerçeklik, seyircinin ilgisini canlı tutmada gayet başarılı. Kamera, sokaklarda ve sıkışık alanlarda hızla ilerlerken, ekran pervasız bir enerjiyle doluyor. David Moreau ve görüntü yönetmeni Philip Lozano’nun cesur çalışması, son derece yaratıcı ve takdire şayan.
“Ben bu filmi her zaman bir ‘roller coaster’ olarak düşündüm. İçine sıkışıp kalıyorsunuz ve yolculuk durana kadar hareket etmiyorsunuz.” David Moreau
Zombi türü içerisinde ele alınan MadS, uyuşturucu madde kaynaklı bir “bad trip” olarak da düşünülebilecek yapıda. Bu nedenle, yanılsama ve gerçeklik arasında dalgalanan ince bir çizgide ilerliyor. Kontrolümüz dışında gelişen olaylar karşısında yaşadığımız çıkmazı ve düzene karşı verdiğimiz mücadeleyi, hedonist nesil üzerinden aktarıyor. Bulaşan enfeksiyona dair net bir açıklamanın olmaması, filmin en önemli silahlarından biri. Etik dışı bir insan deneyiyle başladığı anlaşılan salgın, güç sahiplerinin eylemleri devam ettiği sürece, gençlerin dünyasını kaos tarafından yutulmaya mahkûm gösteriyor.
İnsan varoluşunun kırılgan doğasını sorgulayan Moreau, Romain ile başlayan yolculuğu önce Anais’e, ardından Julia’ya (Lucille Guillaume) odaklayarak, duygusal çöküşleri toplumsal çöküşle ilişkilendiriyor. Bu noktada salgın, bastırılan tüm duyguları açığa çıkaran bir metafor olarak karşımızda. Hikâyenin farklı bakış açılarıyla aktarılması dinamizmi artırırken karakterlerin yaşadığı ruhsal parçalanmalar ve yüzleşmeler ön plana çıkıyor. Romain’in dönüşümü, hissettiği suçlulukla etkinleşirken, insanlığını kaybetmemeye çalışan Anais, Julia’ya karşı beslediği sevgi ve öfkenin savaşını veriyor. Enfekte olmayan Julia ise karnındaki minik bebeğiyle artık tek başına. Lucienne Delyle’nin yumuşak sesiyle final yapan MadS, Julia’nın gözyaşları ve kahkahaları arasında kıyamet trajedisini çaresizce uğurluyor:
“Gün batar sevincim biter,
Ağır kalbimde her şey kırılıyor,
Bu gece acılarımla baş başayım.”
Haiti folklorundan doğan ve günümüze gelene kadar sinema tarihinde sürekli değişime uğrayan zombi miti, içinde yaşadığımız dönemin sorunlarıyla yüzleştiren ve korkularımızı yansıtan çok güçlü bir sembol olmuştur. Zombi kurgusu doğası gereği yıkıcıdır. Zombi/vampir melezi olarak da değerlendirilebileceğimiz MadS, gençleri merkeze alan nihilist bir bakışla umutsuzluğu kucaklıyor. Yıkıma doğru hızla sürüklenen dünyanın, olası karanlık bir tablosunu çiziyor. Vardığı nokta ve söylediği şeyler yeni olmayabilir ancak oraya ulaşma şekli benzersiz.
Moreau’nun tercih ettiği çekim tekniğiyle güç kazanan film, oyuncuların omuzlarında yükselerek anlam buluyor. Sergilenen tüm performanslar olağanüstü ve inandırıcı. Nathaniel Méchaly’nin nabız artıran müziği ve sinematografi, kıyametvari atmosferi daha da derinleştiriyor. Orijinal yapımlara hasret kaldığımız bir dönemde Moreau’nun özgün yaklaşımı göz ardı edilemeyecek kadar kıymetli, özenli, ilgi ve övgüye fazlasıyla layık.