12 Nisan 1961. Güney Carolina’daki Sumter Kalesi’nden ilk top atışıyla birlikte Amerikan İç Savaşı veya diğer adıyla Eyaletler savaşı başlamış oldu. Savaş, köleliğin kaldırılmasını isteyen Kuzey eyaletleri ile köleliğin sürmesini isteyen Güney eyaletleri arasında başladı.
19.yüzyılın ortalarında Abd kuzey ve güney olmak üzere iki farklı ekonomiye sahipti. Kuzey eyaletlerinde ekonomi sanayi ve ticaret yönünde gelişti. Bu durum sonucunda köleliğin ortadan kalkması fazla uzun sürmedi. Güney eyaletlerinde ise ekonomi tarım ve hayvancılığa dayalıydı. Tarlalarda çalışanların çoğu da Afrika’dan getirilen siyahi kölelerdi. 1860’lı yıllara gelindiğinde kölelik yeni kurulan eyaletlerde yasaklanmaya başladı. Kuzeydeki eyaletler ise tamamen kaldırılmasını savunuyorlardı. Fakat köleliğin kaldırılması güney eyaletlerinin ekonomik yapısının ve feodal düzeninin sarsılması demekti. Bu ihtimal iki tarafın birbirinden uzaklaşmasını beraberinde getirirken, Abraham Lincoln’un 1860’daki seçimi kazanması ile iki taraf arasındaki ayrılık başlamış oldu. Lincoln’un seçim vaadi köleliğin kaldırılmasıydı. Mississippi, Florida, Alabama, Texas, Georgia, Louisiana’dan oluşan 7 eyalet bağımsızlığını ilan etti. Ülkenin geri kalan kısmı ise kuzeyli Union birlik tarafını oluşturdular.
İç savaş Amerikan halkı için tam bir felaket oldu. 600 bin asker bu savaşta öldü. Kullanılan piyade tüfekleri, silahlar, ağır toplar ülke ekonomisine büyük bir darbe vurdu. Amerika’da kölelik yüzünden çıkan iç savaşın sona ermesinden sonra Amerikan anayasasına 6 Aralık 1865’te köleliği yasaklayan düzenleme 13. madde olarak eklendi. Böylece kölelik resmen yasaklandı.
Amerika tarihinin ayrılık savaşını izleyen en karışık döneminde, devlet gücünün yönetim ve hukuksal alanda yetersiz kalması sonucunda güçlü bir beyaz azınlığın ‘’kara tehlikeye karşı’’ ülkenin güney kısmında hakimiyeti kaybetme korkusu ile çok tehlikeli bir yapılanmaya girildi. Önceleri işsiz güçsüz bir gençliğin oyalanma gereksinimlerini gideren bu dernek, giderek bütün ülkede beyaz terörünü düzenleyen gizli bir orduya döndü. Örgütün tek amacı zencilere özgürlük sağlayacak her türlü kararı engellemekti.
Bütün teorilerde olduğu gibi Ku Klux Klan’ın doğuşu hakkında birçok fikir ortaya atıldı. Birbiri ile çelişen görüşler olmakla beraber Tennesse’deki kuruculardan birinin görüşü gerçeğe uygun gibidir. İç Savaş’tan hemen sonra altı eski Konfederasyon askeri tarafından Tennessee, Pulaski’de kurulmuştu. İçlerinde 4 yeni avukat vardı. Kendilerini fikirleri birbirine yakın arkadaşlardan oluşan bir çevre olarak düşündüler. Seçtikleri isim ‘’Kulux’’, ’’çevre’’ anlamındaki Yunanca sözcük Kuklos’un az değiştirilmiş haliydi. Klan sözcüğünü de eklediler. Çünkü hepsi İskoçya-İrlanda kökenliydi.
Örgütün hiçbir politik amacı yoktu. Kölelere geceleri maskeli örgüt tarafından ormanda gözdağı verildiği duyulmaya başlandığı zaman, örgüt yavaş yavaş siyasi bir boyut kazanmaya başladı. Fakat Ku Klux Klan’ın belli başlı göstergeleri Abraham Linclon’ün 1865’de suikasti, Memphis ve New Orleans’ta zencilerin toplu olarak öldürülmeleri oldu. Güney’in gizli direnişçiler ordusu haline dönüşen K.K.K, yalnız zencilere karşı değil, aynı zamanda Kuzeyliler ve radikallere karşı da şiddet eylemlerine girişti. Linç etme, dövme, yıldırma, kundaklama, fiziksel şiddet, adam kaçırma ve cinayet yolları ile siyahların sivil haklarını engelliyorlardı. Başlangıçta, beyaz çarşaflara sarınarak başlarındaki kukuletalarla kırsal alanda at koşturan bu işsiz gençlerin faaliyetleri başta zararsızdı fakat zamanla köleleri öldüren, onları korkutmak için tasarlanmış ve pek çok eyaletlere yayılmış terörist bir örgüte döndü.
8 Şubat 1915 tarihinde Los Angeles’da bir filmin galası vardı. D.W Griffiths’in epik filmi “Bir Ulusun Doğuşu” Amerikan İç Savaşı ve yapılanma süresindeki aşk hikayesi insanları çok etkilemişti. Bir milyon izleyici izlemiş ve yapımcısına büyük karlar elde ettirmişti. Fakat sorun büyüktü. Filmin halk üzerindeki etkisi çok fazlaydı, siyahlara karşı nefret tekrar kazanılmış, örgüt Güneyde tekrar desteklenmeye başlamıştı. 20’li yıllarda örgüt Amerika içinde iyice yaygınlaşmıştı. Protestan kiliseleri örgüt tarafından kullanılıyordu. Örgüt yavaş yavaş şehre inmişti. Üye sayısı 1928 yılında yüz binlerdeydi. Büyük buhran sonucu ani düşüş oldu. Birçok defa dağılıp tekrar güç kazanan örgüt 1960’lı yıllarda tekrar canlandı.
Ku Klux Klan’ın günümüzde üye sayısı 7000 olarak tahmin ediliyor. 1995 yılından beri siyahların kiliselerine karşı savaşmaktadırlar. Örgütün bu kundaklamalarda aktif olduğu sanılmaktadır. K.K.K üyeleri kendilerini Anayasaya bağlı vatansever ve radikal Hıristiyan örgütü olarak tanımlıyor. En bilindik sembolleri yanan haçtır. Yanan haçın da Mesih İsa’nın ışığını sembolize ettiği söylenir.
Ku Klux Klan’da popüler kültürden nasibini aldı. Birçok film, belgesel, kitap uyarlandı. Biz ise bu yazı serimizde sizlere Ku Klux Klan hakkında çevrilen filmleri sizlere sunacağız. Hakkında çevrilen filmleri, K.K.K’un faaliyetlerini birebir analiz edeceğiz. Bu yazımızdaki filmimiz ise 1996 yapımı A Time to Kill olacak. Sizde hazırsanız tarihin en kanlı ve en acımasız örgütünü beyazperdede inceleyelim.
1-A Time to Kill /1996
John Grisham’ın aynı isimli romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini The Lost Boys (1987) ve Flatliners (1990) filmleri ile bizlere kendini tanıtan Joel Schumacher üstleniyor. Kendisi de avukat olan John Grisham’ın kitaplarının genel konusu mahkemelerde geçer. A Time to Kill buna en güzel örnek.
Carl Lee Hailey (Samuel L. Jackson) Mississippi’li bir fabrika işçisidir. Mutlu ve güzel bir yaşantısı olan bu adamın hayatı bir anda alt üst olur. 10 yaşındaki kızı Tonya’nın gözü dönmüş iki serseri tarafından saldırıya uğrayıp, tecavüz edilmesi doğal olarak her babayı öfkelendireceği gibi onu da öfkelendirir. Gördüğü ilk yerde bu iki adamı öldürmeye yemin eden öfkeli baba bir anda suçsuz durumdayken suçlu duruma düşüyor. Bu davasında ise genç ve tecrübeli avukat olan Jake Brigance (Matthew McConaughey) tutuyor.
Filmimiz güçlü kadrosu ile ön planda. Samuel L. Jackson, Matthew McConaughey, Sandra Bullock, Kevin Spacey, Donald Sutherland, Keifer Sutherland, Charles S. Dutton gibi yıldızlar sahne alıyor. Film bir biyografi filmi değil ama en az biyografi filmi kadar gerçek. Irkçılık üzerine şimdiye kadar yapılmış en güzel filmlerden bir tanesi. O kadar iyi işlenen bir kurgu var ki filmin her dakikasında içinizden “o adamın yerinde olsam aynısını yapardım” diyeceksiniz. İnsanların iç sorgulamalar yapmasına vesile olan, ırkçılığın ne kadar iğrenç bir şey olduğunu izleyicilerin yüzüne tokat gibi vuran bir yapım olmuş. İnsana ayrım yapmaksızın “insan” olarak bakmak gerektiğini filmde tekrar tekrar hissedeceksiniz. Ve ister istemez kendinizi sorgulayacaksınız.
Abd tarihinin hala bitmek bilmeyen Klan hareketlerine objektif yaklaşan film, K.K.K hakkında bizlere bazı önemli bilgiler veriyor. Örgüt hakkında filmde, örgütün siyasi ve hukuk alanında ne kadar etkin olduğunu, giyim ve kuşamlarını, örgüte giriş usullerini ve nasıl yapılanma içinde olduklarını yüzeysel bir şekilde göreceğiz. Eyes Wide Shut gibi detaylı bir şekilde analiz olmadığını belirtmek isterim. Film boyunca örgütün yaptığı eylemler, cinayetler ve kundaklamalar olacak. Örgüt genellikle Mississippi’de faaliyetlerini sürdürdü ve eylemlerini gerçekleştirdi. Size sunacağımız filmlerde genel olarak Mississippi’de geçen filmler olacak.
Filmimiz ırkçılık teması ile karşımıza çıksa da adalet ve hukuk sistemine de ağır göndermeler yapıyor. Mahkeme filmleri kategorileri içinde de rahatlıkla değerlendirilebilecek bir film. Kime göre neye göre adalet sorusunu cevaplamaya çalışmış. Uzun bir süresi olmasına rağmen izleyiciyi sıkmıyor. Mahkeme sahnelerinin sizleri öfkelendireceğinin garantisini verebiliriz. Ku Klux Klan’ın politik, hukuksal yönünü, ne kadar tehlikeli bir örgüt olduğunu göreceksiniz. Irkçılık temalı harika bir adalet filmi.
Yasalara kendi gözümüzden baktığımız zaman adalet yerini bulmayacak. Carl Lee’nin gözünden bakacaksınız ve ister istemez, kızı tecavüze uğramış ve ölüme terk edilmiş bir babanın gözünden….