Uçuş 93’ün başarılı yönetmeni Paul Greengrass’ın altı dalda Oscar’a aday gösterilen son filmi Kaptan Phillips (Captain Phillips) sebebiyle, bu sene Somalili korsanlar ve faaliyetleri uzun süre gündemin üst sıralarında yer buldu. Lakin, bundan birkaç yıl önce ülkemize ait yük gemilerinin de “modern” korsan olarak tabir edebileceğimiz fidyeciler tarafından rehin alınmasıyla bu faaliyetler ile tanışmıştık. Tabii her ne kadar biz ülkemize ait bir yük gemisinin kaçırılmasıyla korsanlık tehlikesinin farkına varsak da aynı sene içerisinde iki yüzden fazla geminin aynı şekilde saldırıya uğramış olması, uluslararası sularda faaliyet gösteren firmalar ve çalışanları için büyük tehlike arz ediyordu. Basında geniş yer bulmasına rağmen, en başta belirttiğim gibi Kaptan Phillips bu konuyu gözler önüne sermek açısından önem taşısa da, aynı konuyu ajitasyon yapmadan işleyen Danimarka yapımı Fidye (Kapringen)’nin hakkının yendiğini ve sinemasal anlamda çok daha fazla konuşulması gerektiğini düşünüyorum.
Uluslararası sularda korsanlığın geldiği son durumu gerçekçi ve yalın bir dille anlatan Fidye, “Yabancı Dilde En İyi Film” kategorisinde Oscar adayı olan Onur Savaşı (Jagten)’nın senaristi Tobias Lindholm’un ikinci uzun metraj denemesi olarak göze çarpıyor. Açılış sahnesinde gemi aşçısının ailevi durumuna odaklanarak seyirciyi duygusal açıdan Mikkel’in üzerinden yakalamaya çalışan film, olayların ciddileşmesiyle durumdan etkilenen üç tarafın da yaşadığı travmayı ele alıyor. Öncelikle seyircinin Mikkel ile duygusal bir bağ kurmasını hedefleyen Fidye, bunu başardıktan hemen sonra ikinci taraf olarak adlandırabileceğimiz gemisi kaçırılan şirketin bakış açısına yöneliyor ve şirketin düştüğü zor duruma odaklanıyor. Bu tarafı hırslı ve duygusallıktan uzak bir CEO’nun gözünden yansıtan yönetmen, son olarak da fidyecilerin durumunu gözler önüne seriyor. Ancak, bunu yaparken yine şirket tasvirindeki tarzıyla, eli silahlı korsanlardan ziyade arabulucu görevindeki Omar’ı merkezine alarak kendimize daha yakın bir karakter üzerinden olanları anlamamızı sağlıyor.
Muazzam bir senaryoya sahip olan film, Tobias Lindholm’un hem senaryo hem de yönetmenlikteki başarısını bir kez daha kanıtlıyor. Gemideki personelin içinde bulunduğu psikolojik durum ara ara yansıtılsa da, insan olmanın verdiği tüm duygular CEO Peter’ın üzerinden anlatılıyor. Kanımca, filmi türdeşlerinden ayıran en önemli özelliği de bu oluyor. Aksiyon dolu sahnelerle azgın sularda korsanlarla çarpışan mürettebat yerine, Peter’ın içinde bulunduğu durum filmin temposunun her geçen dakika artmasına ve seyircinin karakterler hakkındaki düşüncelerinin değişken bir ivmede ilerlemesine sebep oluyor. Film bu naif anlatım tarzına karşın seyircisini koltuğuna çivilemeyi başarıyor.
Kısıtlı bütçesiyle büyük işler başaran Fidye Avrupa Sineması’nın, anlatım yönünden Hollywood’un önüne geçmeyi başardığının kanıtı niteliğinde. Şovdan uzak, abartılı oyunculukların olmadığı film, seyircinin duygularıyla oynamaktan ziyade, böyle bir durumda tarafların neler yaşadığını gerçekçi bir dille aktarıyor. Günümüzde korsanlığın ne kadar ciddi boyutlara ulaştığını merak ediyorsanız izlemeniz gereken film kesinlikle Fidye.
İyi seyirler…
Bu yazı FikriSinema’nın açılışına özel olarak Utku Ögetürk tarafından kaleme alınmıştır.