CEVHER

GÜLÜMSEMENİN BEDELİ

“Bir zamanlar herkesin hayranlıkla baktığı bir isim şimdi bir kutu ketçaplı et parçasının altında silinip gidiyor. The Substance, gençliğin ve güzelliğin, tüketilip atılan bir meta haline getirilmesini, beden korkusu ve toplumun doyumsuz beklentileri üzerinden işliyor.

Gençlik, güzellik ve ölümsüzlük… Ya bunları tek bir maddeyle elde edebilseydiniz? Ancak her mucizenin bir bedeli vardır. The Substance, bu bedelin ne kadar ağır olabileceğini kan, ter ve dönüşümle anlatan bir kâbus. Coralie Fargeat’ın yazıp yönettiği filmde, Demi Moore, Margaret Qualley ve Dennis Quaid başrolleri paylaşırken, beden korkusunu ve toplumsal güzellik takıntısını sarsıcı bir şekilde ele alıyor. Prömiyerini 2024 Cannes Film Festivali’nde yapan The Substance, hem şoke edici hem de düşündürücü bir deneyim sunuyor.

Peki, genç ve güzel kalmanın bedeli ne kadar ağır olabilir?”

Filmin açılış sahnesinde başroldeki Elisabeth’in adı bir yer karosuna yazılıyor. Önce herkes o taşla fotoğraf çektiriyor, üzerine basmaya bile çekiniyor fakat zaman geçtikçe Elisabeth’in ismine kimse bakmıyor, üstüne basıp geçiyor. Yoldan geçen birinin hamburger kutusunu karonun üzerine döküşü ise tükenişin ve unutuluşun acımasız bir sembolü niteliğinde. Bu yönüyle The Substance daha ilk dakikalardan film boyunca işlenecek temaların ipuçlarını veren etkileyici bir açılışa sahip. Başroldeki Elisabeth (Demi Moore), 80’lerin ve 90’ların klasiği denilebilecek bir televizyon programında tüm güzelliğini yansıttığı haliyle ortaya çıkıyor. Stüdyo ışıkları altında, gösterişli ve yapay bir atmosferde gülümsüyor. Bu sahne, filmde sıklıkla vurgulanan “güzellik, gençlik ve medya baskısı” temalarını işliyor. Elisabeth’in ideal bir figür gibi yaşadığı, ancak yaşlanmaya başladığında sektör tarafından nasıl dışlandığını görmemiz, hikayenin temel çatışmasını oluşturuyor. Medya patronu tarafından daha genç, daha güzel bir kız aranmasıyla birlikte insanın kendini ‘daha iyi’ hale getirme arzusunun nasıl bir kabusa dönüşebileceğini etkileyici bir şekilde anlatmayı başaran The Substance özellikle fiziksel ve psikolojik değişimlerin korkunç bir boyuta ulaşmasını, sarsıcı bir dille aktarıyor. Elisabeth’in içinden çıkan o “canavar” aslında insanın içindeki açgözlülük ve doyumsuzluğun muazzam bir portresi gibi…

Daha Genç, Daha Güzel, Daha Canavarca!

The Substance’in çılgın yemek tarifi sahneleri ise adeta mutfakta değil de bir ritüelin ortasında olduğumuzu hissettiriyor. Çırpılan yumurtalar, cama kapatılan gazetelerin boğucu dokusu, çiğ tavukların rahatsız edici görüntüsü… Hepsi film boyunca büyüyen dehşetin bir habercisi gibi. Kamera cesurca dolanıyor; sanki malzemeler değil, bedenin ve kimliğin dönüşümü hazırlanıyor.

‘’Substance” ve Mitolojinin Kesişimi

Tanrıların Gazabı ve Modern Bir Kâbus

Prometheus’un hikâyesi, insanın bilgiye ve güce ulaşma arzusu nedeniyle cezalandırılmasını anlatır. Filmde de karakterin kendi bedeni ve kimliği üzerindeki kontrolünü kaybetmesi, benzer bir “ceza” gibi görülebilir. Prometheus, insanlığa ateşi vererek onları ileri taşıdı ama cezası sonsuz acıydı. Substance’daki dönüşüm de tıpkı Prometheus’un çektiği gibi, durmaksızın yenilenen bir acıyı simgeliyor. Çünkü hikayedeki kartalın her gün Prometheus’un karaciğerini yemesi, bedenin sürekli yeniden yapılanması ve acının sonsuz döngüsü anlamına geliyor. Filmdeki bedensel değişimler, bu sonsuz acının modern bir versiyonu olabilir…

Yine aynı şekilde Yunan mitolojisinde Medusa, başlarda olağanüstü güzelliğiyle tanınan bir kadındı. Ancak Athena’nın gazabına uğrayarak korkunç bir yaratığa dönüştü. Baktığı herkesi taşa çeviren, saçları yılana dönüşmüş bir canavara… Medusa’nın hikâyesi, güzelliğin hem bir lütuf hem de lanet olabileceğini gösterir. Substance beden algısı, güzellik ve dönüşüm ana temalarının arasında yer alıyor. Tıpkı Medusa gibi, filmdeki karakter de bir noktadan sonra kendi bedenine ve kimliğine yabancılaşmaya başlıyor. Güzellik ve gençlik takıntısıyla başlayan süreç, onu zamanla korkunç bir değişime sürüklüyor. Medusa’nın, toplum tarafından dışlanan ve sonunda bir canavara dönüşen trajik figürü gibi, “Substance” da izleyicisine güzelliğin bedelini sorgulatıyor. Sonuç olarak, Medusa miti, “Substance” filmiyle doğrudan paralellik kuruyor: Güzelliğin bedeli ağırdır. Dönüşüm, bazen bir kurtuluş değil, bir lanettir.

Filmin sonu ise tam anlamıyla bir beden korkusu patlaması! Kanlı ve grotesk sahneler sadece şok etkisi yaratmak için değil, filmin ürettiği temaların zirve noktasını oluşturuyor. Özellikle güzellik takıntısının fiziksel bir yıkıma dönüşmesi, filmin en güçlü eleştirilerinden biri.

Finalin bu kadar aşırı ve kanlı olması, güzellik uğruna çekilen acıların ve kaybolan kişiliklerin görselleştirilmiş hâli. İnsanların estetik operasyonlarla, gençlik takıntısıyla veya güzellik baskısıyla fiziksel olarak kendilerini nasıl mahvedebileceğini gösteriyor. Aynı zamanda, toplumun bu tarz aşırılıklara nasıl kayıtsız kaldığını da vurguluyor. Çünkü film boyunca Elisabeth’in yaşadığı dönüşüm bir yerden sonra sıradanlaşıyor ve kimse onun içsel varlığını umursamıyor. O yalnızca bir numara. Yani 503!

Filmin sonunun abartılı olması bence kusursuz bir tercihti. Çünkü filmin eleştirdiği şey zaten aşırılık ve doyumsuzluğun insana yapabileceği şeyleri anlatmak. Filmin derdi bu. Eğer daha naif bir final olsaydı, film bu kadar etkileyici olamazdı benim için. ‘’Durmazsan başına geleceklerden de kaçamazsın!’’ demenin iyi bir örneği.

Evet bizler bir et yığınıyız doğru! İnsan bedeni kaçınılmaz olarak çürümeye mahkûm. Ama asıl soru şu: Çürürken hangi uğurda kendimizi kaybediyoruz?”

Parlak ve yapay bir dünyadan, çürümüş ve grotesk bir kabusa evrilişi sinematografik olarak da çok iyi veren Substance uzun bir süre adından söz edilmeyi oldukça hak ediyor.

-Substance filmini sevenler için ilgili okuma önerileri-

“Frankenstein” – Mary Shelley

Bilim ve insanın doğaya müdahalesi üzerine bir klasik. “Substance” filmindeki bedensel dönüşüm ve gücün bedeli temasıyla doğrudan bağlantılı.

“Dorian Gray’in Portresi” – Oscar Wilde

Güzellik ve ölümsüzlük arzusunun nasıl bir lanete dönüşebileceğini anlatıyor. Filmdeki beden algısı ve dönüşüm fikrine mükemmel bir paralellik sunuyor.

“Dönüşüm” – Franz Kafka

Bir sabah bambaşka bir bedende uyanmak… “Substance” filmindeki kontrolsüz dönüşüm ve yabancılaşma hissiyle birebir örtüşüyor.

“Cesur Yeni Dünya” – Aldous Huxley

Mükemmeliyetin yapaylığı ve bedenin toplumsal kontrolü üzerine distopik bir roman. Filmdeki güzellik ve kimlik kaybı temaları bu kitapla güçlü bir bağ kuruyor.

-Substance filmini sevenler için ilgili film önerileri-

“Possession” (1981) – Andrzej Żuławski

Aşk, delilik ve beden korkusunu iç içe geçiren kült bir başyapıt.

“Under the Skin” (2013) – Jonathan Glazer

İnsan bedeni ve kimlik üzerine rahatsız edici bir bilim kurgu-horror deneyimi.

“Titane” (2021) – Julia Ducournau

Beden dönüşümü, kimlik ve şiddet üzerine çılgın bir sinematik deneyim.

“Raw” (2016) – Julia Ducournau

Vegan bir kızın, üniversitede yamyamlığa olan eğilimini keşfetmesiyle gelişen bir beden korkusu filmi.

“The Neon Demon” (2016) – Nicolas Winding Refn

Güzellik takıntısı ve modanın karanlık yüzünü keşfeden stilize bir korku-gerilim.

“Black Swan” (2010) – Darren Aronofsky

Beden dismorfisi, kimlik bölünmesi ve mükemmeliyet takıntısı temalarına sahip psikolojik bir gerilim.

“Videodrome” (1983) – David Cronenberg

Medyanın beden üzerindeki etkisini işleyen, kült bir body horror filmi.

“Perfect Blue” (1997) – Satoshi Kon

Kimlik kaybı, medya baskısı ve şöhretin psikolojik yıkımını konu alan unutulmaz bir anime.

“Antiviral” (2012) – Brandon Cronenberg

Ünlülerin hastalıklarını ve DNA’larını pazarlayan bir dünya üzerine rahatsız edici bir distopya.

“Society” (1989) – Brian Yuzna

Üst sınıfın korkunç sırlarını ortaya çıkaran, vücut dehşetinin en tuhaf örneklerinden biri.

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir