Blade Runner 2049 Şerefine: Alternatif 5 Bilimkurgu Filmi

Blade Runner 2049 Şerefine: Alternatif 5 Bilimkurgu filmi

Tüm zamanların en iyi bilimkurgu filmlerinden Blade Runner’ın (1982) 35 yıl sonra gelen ve devraldığı mirasa saygıda kusur etmeyen devam filmi kanımızı kaynatmaya yetti. Türe dair listeler, film önerileri, fikir telakkileri havada uçuşurken 2001: A Space Odyssey (1968), Alien (1979) Terminator (1984), Matrix (1999)gibi ağababaları bir kenara bırakıp adı fazla anılmayan ama türün A sınıfı işlerine kafa tutabilecek kalibrede ve Blade Runner 2049 ile tematik bağlar içeren bilimkurgu filmlerinden oluşan mini bir liste hazırladık. İçlerinden izlemediğiniz filmler varsa sorgusuz sualsiz açıp izleyebilirsiniz, kefiliz efendim.

A BOY AND HIS DOG (1975)

İlk yönetmenlik denemesini Justus McQueen mahlasıyla -hakkında pek malumat bulunmayan- The Devil’s Bedroom’la (1964) gerçekleştiren, ikinci ve son kez yönetmen koltuğuna A Boy and His Dog ile oturan L. Q. Jones’un yaptığı alenen altın vuruş, tarifsiz bir başarı örneği. 5 gün süren 4. Dünya Savaşı’ndan sonra çöle dönen dünyada hayatta kalmaya çalışan bir genç ve ona kılavuzluk eden, telepatik yeteneğiyle (!) kendisiyle konuşabilen köpeğinin atıldığı çarpıcı macera türün kalburüstü örneklerine –Mad Max’ten bahsediyoruz- kafa tutacak güçte ve derinlikte. Sevişmek için bir kadın ararken her türlü tehlikeye atılan, bir süre sonra yeraltına taşınan “burjuvazi”nin yeni dünyasıyla tanışan Vic (Don Johnson) üzerinden günümüz medeniyetler arasındaki konumlanmalara ve sınıf ilişkilerine de uyarlanabilecek tespitlerde bulunan bu post-apokaliptik delilikte finale kadar sürekli şaşıracak yeni bir şey karşınıza çıkıyor. Filmin konumlandığı 2024’e pek bir şey kalmadı, Trump sayesinde 5 günde sonuçlanacak bir Dünya Savaşı yaşamamız ve Blood gibi bir köpekle çöl turuna çıkma ihtimalimiz sandığımız kadar az değil.

WESTWORLD (1973)

Günümüzde diziye dönüştürüldüğü için “ismen” popüler olan Westworld, tabir-i caizse bir vaha; tür içerisinde oturup keyif çatılacak, kana kana su içilecek bir mola yeri. Zaman yolculuğu ve robotlar üzerine kurulu birçok film izledik ama Westworld, zamanda yolculuk yapmadan da geçmişe gitmenin mümkünlüğünü ve insanoğlunun vahşi arzularını tatmin için ürettiği robotların aynı zamanda kâbuslara gebe olabileceğini ketum bir üslup ve çarpıcı tasarımlarla ortaya koyuyor. Robot bir silahşoru canlandıran Yul Brynner, Josh Brolin’in babası James Brolin, oyuncu ve yönetmen kimliğiyle kendine özgü filmografi yaratan Richard Benjamin üçlüsünün kamera önünde, bilimkurgu senaristi olarak önemli işlere damga vuran Michael Crichton’ın kamera arkasında harikalar yarattığı Westworld’ün kıymeti ise hala bilinmiyor; yol yakınken kendisiyle tanışmak lazım.

CHERRY 2000 (1987)

Hep Blade Runner’ın 2019 tasvirini konuşuruz ama 2017 yılında geçen Cherry 2000’in günümüz tasavvuru teknolojik açıdan gerçekleşmese de fiili olarak vücut bulmuştur: Kıyamet sonrası korunaklı şehirlerde teknolojik gelişmeler sayesinde refah içinde yaşayan üst sınıf (Batı) ve duvarın dışında, kırsalda post-apokaliptik bir dünyada hayatta kalmaya çalışan alt sınıf (Doğu). Evet, robotik açıdan öngörülen seviyede değiliz, Blade Runner 2049’da karşımıza çıkan “ev arkadaşı, eş, yoldaş robot” Joi’ye (Ana de Armas) ilham kaynağı olan Cherry (Pamela Gidley) gibi “ürünler” piyasada yok ama filmin fikri yönüne yakın bir dünyada yaşıyoruz. Bir robota âşık olan, insan mı robot mu ikilemine düşüp (Genç bir Melanie Griffith varsa cevap bellidir her zaman.) ontolojik sorgulamalara girişen karakterleri Cherry 2000’in öncesinde ve sonrasında da gördük ama haksız yere ve bu denli görmezden gelinen bir filmle karşılaşmamıştık.

DEATH RACE 2000 (1975)

Roger Corman’ın alâmetifarikalarından olan ve yakın geçmişte yeniden çevrim furyasına kurban giden Death Race 2000, kökleri Homo Erectuslara kadar dayanan vahşetin tarihsel yolculuğuna post-apokaliptik bir durak ekleyen, kan ve çıplaklığın geçit töreni yaptığı, B sınıfı, çılgın bir bilimkurgu filmi. Transcontinental Road Race adlı bütün dünyanın izlediği, aynı zamanda bir propaganda aracı olduğundan Amerikan başkanının Pekin’deki yazlık sarayından (!) kalkıp gelerek bizzat konuşma yaptığı bu vahşi yarışta tek amaç var: Arabayla birilerini öldürerek puan toplamak; orta yaşlılar 10, ergenler 40, 12 yaş altı çocuklar 70, 75 yaş üstü insanlar tam 100 puan. Yollara çıkıp arabalara meydan okuyanlardan tutun da ötenazi için yarışı bekleyen yaşlılara, düzeni devirmek için fırsat kollayan muhaliflerden yarışı kutsayan Papa’ya kadar filmde yok, yok. Efsanevi Frankenstein rolünün David Carradine’dan önce -bir kez daha Tarantino’ya kucak dolusu sevgiler yolluyoruz- Peter Fonda’ya teklif edildiği ve kendisinin senaryoyu aşırı saçma bulduğu için reddettiği bilinen bir gerçek, Joe “Machine Gun” Viterbo rolünde döktüren Sylvester Stallone’un Rocky (1976) sonrası bir dönemde kabul etmeyeceği bir rol olduğu da aşikar ama mevzu bahis kişiler gibi itibar düşkünü değilseniz bu film tam size göre. Ne de olsa GTA yokken Death Race 2000 vardı.

THE ADVENTURES OF BUCKAROO BANZAI ACROSS THE 8TH DIMENSION – (1984)

1980’li yıllara ait bilimkurguların bilim ve teknolojiye bakış açısı diğer dönemlere göre daha farklıdır; bir yanda heyecan, diğer yanda korku, öte yanda günümüzde tekrar güvenli bir liman haline gelen mizah iç içe geçerek her esere sirayet etmiştir; The Adventures of Buckaroo Banzai de tipik 80’ler bilimkurgusu: Dünya’da yaşayan “Dünya dışı yaşam” formları, 8. boyutu aşan çılgın, maceraperest, yarı Japon yarı Amerikalı bir bilim insanı, envai çeşit teknolojik alet, takip edilmesi ve anlaşılması imkânsız teknik terimler, biri bitmeden diğeri başlayan aksiyon sahneleri, önemli bir görev için yeryüzüne gönderilen ama iki ördek avcısı tarafından vurulan bir uzaylı kapsülü… Tabii tüm bunlar bir karmaşa yaratıyor ama kendinizi serbest bırakırsanız Buckaroo Banzai’den keyif almamanız çok zor. Bir de bilimkurgunun “geçmişe ışık tutma” misyonunu, 1938’de Utah’ta radyodan sahte uzaylı istilası haberi yapan Orson Welles’e yollanan selamla; “gelecekten haber verme” vizyonunu da karakterlerinden birine John O’Conner adını, kendisinden 3-4 ay sonra vizyona girecek The Terminator’den önce vererek yerine getirme özellikleri var ki sormayın.

Diğer Yazılar: Tanju Baran
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir