12 Aralık 2014’te vizyona girecek olan, yönetmenliğini Kim-Ki Duk’un üstlendiği ‘Bire Bir’ filmi, yönetmenin diğer filmlerinde gerek ana tema olarak gerekse alttan alta değindiği ‘intikam’ olgusunu tekrar gözler önüne seriyor.
Film, liseli bir genç kızın bir grup adam tarafından boğularak öldürülüp muhtemelen tecavüze uğradığı bir sahneyle başlıyor. Neden yapılıyor ve kim yapıyor bunu bilmiyoruz. Ama genel olarak, kalabalık caddelerin arasındaki ıssız sokaklardan birinde işleniyor bu cinayet, belki tüm karmaşıklığa esir olan insanların bir adım ötesinde. Kimse tarafından duyulmuyor. Sonraki sahnelerde anlayacağımız üzere, bu cinayet 7 kişi tarafından ‘sisteme’ hizmet etmek için yapılıyor. Bu 7 kişi de dâhil olmak üzere, kimse cinayetin neden yapıldığını, ne işe yaradığını bilmiyor. Emredilen iş bitiriliyor ve kız öldürülüyor. Önemli olan sadece, verilen işin yapılmış olması. Neyin neden yapıldığı çok da önemli değil gibi görünüyor.
Yedi ayrı adamın, onlardan intikam almak isteyen bir grup kişi tarafından kaçırılıp o gün yaptıklarını yazması istenen sahnelerle devam ediyor film. Alt kademeden başlayarak, bu işi planladığı düşünülen kişiye kadar gidiliyor. İntikam almak isteyen grup, bazen asker bazen mafya bazense işçi olarak çıkıyor karşımıza. Kimliklerini çok belli etmeyen, iş arkadaşı olmaktan uzak, özel soruların sorulmasını yasaklayan bu intikam peşindeki grubun başında bir adam görüyoruz. Muhtemelen öldürülen kızın babası olan bu adam, gerek grupla gerekse kendi içinde çatışmalar yaşayan fakat öfkesini durduramayan, bu intikamla ‘dünyayı değiştirmek isteyen’ bir baba. Bu grubun diğer karakterleri de kendi travmaları yüzünden bu gruba girmiş bireyler gibi görünüyor. Durmadan dayak yiyen ve teması ancak sadist bir tavırla elde edeceğini düşünen bir kadın, sefalet içinde yaşayan ve annesine bakmak zorunda olan bir adam, abisi tarafından okutulan fakat iş bulamadığı için sürekli ezilen bir kardeş, karısı yoğun bakımda olduğu için ona para bulmak zorunda olan bir eş, vs… Tüm bireylere baktığımızda, pasif agresif tutumun, öfkenin daha meşrulaşabildiği bir yerden çıkma hevesini görüyoruz. Fakat yetmiyor, olmuyor. Sisteme karşı olan öfke, kendi öfkelerinin yerini tutmuyor. Başka birinin acısı üzerinden alınan intikam belki de içselleştirilemiyor. Grubun başında olan adamla sürekli çatışıyorlar. Yedi kişiden birinin intihar etmesi, diğer birinin ise pişman olmaması üzerine şef tarafından öldürülmesi üzerine, belki öfkenin bu denli yıkıcılığını somut bir şekilde görmeleri yüzünden belki de toplumun acısı olmaktan çıkıp şefin bireysel acısı olması nedeniyle grupta dağılmalar başlıyor. Şef de son kişide, kendi içinde dağılıp çekip gidiyor.
Filmde, sisteme karşı duyulan öfke, diktatörlüğün anlamı üzerinde çok durulmuş. Hatta tüm film bunu anlatıyor diyebiliriz. Bireysel acılarla toplumsal şiddet birleştirilmeye çalışılmış fakat biraz eğreti duruyor. Sisteme hizmet etmenin nedeninin sorgulanmadığı günümüz dünyasında, emirlerin altının doldurulmadığı, boş kaldığı, kim tarafından verildiği bilinmeyen emirlerin uygulandığı ve ne işe yaradığının bilinmediği durumu, yönetmen tarafından filmdeki bazı belirsizliklerle anlatılmaya çalışılmış gibi düşünüyorum. Eğreti duran kısım ise, tüm sistem eleştirisinin o kadar iyi örülmemiş bir hikayeyle anlatılması. ‘Diktatörler sadece devleti yönetmez, ailede, arkadaşlıklarda da diktatörler vardır. Ve en kötüsü işkence yapmaları değil, bizi buna alıştırmalarıdır’ sözüyle bireyseli toplumsal olanla entegre etmeye çalışsa da Kim-Ki Duk, bir çok yerdeki ‘vicdan’ olgusunu seyirciye çok fazla vermesiyle, hayal kırıklığına uğratıyor.
Diğer filmlerine bakıldığında, insanı zorlayıcı intikam sahneleri olsa da şaşırtan ya da bir haliyle içselleştirilen karakterlerin var olduğunu düşünüyorum. Fakat bu filmde, bazı anlamsız boşluklar, hikayenin içselleştirilmesini zorlaştırıyor. Yine de yönetmene saygıdan, izlenilebilir bir film gibi düşünüyorum. İyi seyirler…